top of page
  • Yazarın fotoğrafıAdmin

Alberto Manguel: "Gılgamış Destanının öğretisi, ötekinin varoluşumuzu mümkün kıldığıdır"

"Gılgamış Destanı hem bir adamın, hem de bir şehrin hikâyesidir. Kral Gılgamış'ın kim olduğunu öğrenme serüvenini ve Uruk'un muazzam bir şehirken, aynı zamanda adil bir yere dönüşmesini anlatır. Destan, okura bir uyarıda bulunarak başlar ve yüzyılları aşarak, öğrenmenin sorumluluğunu bize teslim eder. Sen ve ben, der şair okura, Uruk şehrine girmeli ve şehrin temelinde, Gılgamış'ın hikâyesinin yazılı olduğu gök mavisi tabletleri saklayan bakır kutunun peşine düşmeliyiz. Bu, bugün bildiğimiz kadarıyla, edebiyat tarihinin ilk 'kitap içinde kitap' örneğidir. Tüm hikâyeler burada başlar.
İnsanların en güçlüsü olan üçte iki tanrı, üçte bir insan Gılgamış, 'heybetli, alımlı, göz kamaştırıcı ve mükemmel'dir. Ancak Gılgamış aynı zamanda iktidarını kötüye kullanarak erkeklere zulmeden ve kadınlara tecavüz eden bir tirandır. Onun adaletsizliğine daha fazla dayanamayan Uruk halkı, cennetten yardım talebinde bulunur. Tanrılar şikâyetleri dinleyince, Gılgamış'ın adil olmasının yolunun, kraliyet iktidarının suiistimal edilmesini dengeleyerek şehre barışın dönmesini sağlayacak bir muadilden geçtiğini anlarlar. Gılgamış'ın ayna imgesi olarak üçte iki hayvan ve üçte bir insan olan vahşi adam Enkidu'yu yaratırlar. Koruyuculuğunu da üstlendiği hayvanların arasında yaşayan güçlü ama nazik Enkidu'nun, kendi insanlığına ve doğal adalet duygusuna dair hiçbir bilgisi yoktur. Günlerden bir gün, genç bir avcı ormanda Enkidu'yu görür. Dehşet içinde, babasına ot yiyen ve suyunu su çukurundan içen, dahası, yakaladığı her hayvanı tuzaktan kurtararak onu eli boş bırakan yabani bir yaratık gördüğünü anlatır. 'Uruk'a git,' der babası, 'Gılgamış'a git / olanları anlat ona, / sonra öğüdüne kulak ver. O, ne yapılacağını bilir.' Gılgamış avcıya, rahibe Şamhat'ı arayıp bularak ormana götürmesini emreder. Şamhat ormanda soyunacak ve Enkidu yakınına gelene dek bacakları açık bir halde uzanacak, Şamhat'ın cazibesine kapılan Enkidu da teslim olacaktır. Avcı emre uyar ve rahibe de denileni yapar. Gılgamış Destanı, ilk "Güzel ve Çirkin" hikâyemizi içerir.
Her şey Gılgamış'ın öngördüğü gibi gelişir. Enkidu ve Şamhat yedi gün boyunca sevişirler. Ardından, hayvanlar Enkidu'dan kaçmaya başlar. Özfarkındalığın ilk adımlarını atan Enkidu, hayvani masumiyetini kaybetmiştir. Artık hem o, hem de hayvanlar onun insan olduğunu bilir. Üzerinde Şamhat'ın kıyafetlerinden biri olduğu halde, kesilmiş saçları ve yıkanıp yağlanmış bedeniyle, Gılgamış'ın karşısına çıkarılmak üzere şehre getirilir.
Bu esnada, Gılgamış bir rüya görür: Sabah vakti gökten bir yıldız kayar ve devasa bir kaya halinde yamacına düşer. Gılgamış onu kaldırmayı dener, ancak çok ağırdır ve onu kucaklayıp okşar bu nedenle. Rüya burada biter. Gılgamış'ın annesi rüyayı yorumlar: Kaya, Gılgamış'ın kollarına alıp 'sanki karısıymış gibi' okşayacağı değerli bir dost, büyük bir kahramandır. 'O senin ikizin, ikinci benliğin olacak', dediği oğlu, "Bu rüya gerçek olsun," yanıtını verir. Gılgamış'ın içinde bir şeyin, zihnindeki bilinçsiz bir itkinin öteki'yle birleşmeyi arzuladığını işaret eden bu sözler önemlidir.
Enkidu, Gılgamış'a meydan okur ve iki güçlü adam dövüşür. 'Uzuvları birbirine karışmış iki geniş beden / diğerinin kucağından kurtarmaya çabalıyordu kendini.' En sonunda, Gılgamış Enkidu'yu devirmeyi başarır ve onu yere yapıştırır. Sonra, Gılgamış rüyasını gerçekleştirir. Enkidu'yu kollarına alır ve iki adam kucaklaşıp öpüşürler. 'Kardeş gibi el ele tutuştular. / Yan yana yürüdüler. Gerçek dost oldular.' Serüvenleri başlar. Artık iki kişidirler; bu iki dost, şehir devleti tehdit eden her tehlikeye göğüs gerebilirler. Bu tehlikelerden bir tanesi, Humbaba adında azgın bir canavardır; gerek Gılgamış'ın uygar muhitinin gerekse Enkidu'nun doğal çevresinin dışından olan bu yaratık, yolculuğa çıkan Uruk halkına ormanın derinliklerinde saldıran bir şeytandır. Gılgamış ve Enkidu, Humbaba'yı alt etmek için birbirlerine destek olarak korkularını yatıştırırlar. Uygarlık kaynaklı korku doğal dünyanın bilgisiyle yatıştırılır ve tam tersi de gerçekleşir; her iki adam da, kendi deneyim ve sezgisinden güç kazanır.
Canavarın öldürülmesinin ardından, Tanrıça İştar Gılgamış'a âşık olur, ancak Gılgamış onu reddeder. İştar da intikam almak için babası Tanrı Anu'dan Göklerin Boğası'nı iki dostu öldürmek üzere yeryüzüne göndermesini ister. Tanrı kızının isteğini yerine getirir, ancak Gılgamış ve Enkidu boğadan daha güçlü olduklarını kanıtlayarak onu öldürürler. Tanrılar, dostların boğayı öldürmekle onları aşağıladığı ve iki kahramandan birinin bu yüzden can vermesi gerektiği yönünde adaletsiz (çünkü gökler o zamanlar da en az bugünkü kadar adaletsizdi) bir karar verirler. Kurban olarak Enkidu seçilir. Ancak Gılgamış sevdiğini kaybetmeye boyun eğmez ve şiirdeki tarife göre 'bir kumru gibi' inleyerek onu hayata döndürmeyi denemek üzere Yeraltı'na iner. Burada göçmüşlerin ruhlarıyla konuşur ve Mezopotamyalı bir Nuh'un ağzından Tufan hikâyesini dinler (George Smith'in deşifre ettiği ilk bölüm budur). Ancak yoldaşından mahrum kalan Gılgamış, artık olağanüstü kahramanlıklarını hayata geçiremez. Elleri boş bir halde, şehre döner.
Ancak bu dönüş bir yenilgi değildir. Epik macerayı oluşturan büyülü olaylar silsilesinde, Gılgamış ölümün anlamına dair derin bir anlayış kazanır: Ölüm yalnızca kaçınılmaz ortak kaderimiz değildir; insanlığın ona dair ortaklığı bizzat yaşamın içine dek yayılır; yaşamımız asla bireysel değildir, öteki'nin varlığıyla ilelebet zenginleştiği gibi yokluğunda da fakirleşir. Bir başımıza, bir adımız ve bir yüzümüz yoktur, bize seslenecek biri ve ayırt edici özelliklerimizin farkına varmamızı sağlayacak bir yansımamız yoktur. Gılgamış, kendi kimliğinin ne denli büyük bir kısmını arkadaşının kapladığını, ancak Enkidu'nun ölümünün ardından fark eder. 'Ey Enkidu,' diye ağlar, 'yanımdaki baltaydın / ve kollarımın gücüydün! / Kılıçtın kınımda / yüzüme kalkandın, bayramlık giysimdin, / payandasıydın sevinçlerimin! / Zalim bir kader ayırdı benden seni, sonsuza dek.' Gılgamış Destanı'nın bir öğretisi varsa, o da öteki'nin varoluşumuzu mümkün kıldığıdır."

Alberto Manguel, Kelimeler Şehri, Yapı Kredi Yayınları, 2013, s.35-8.



bottom of page