top of page
  • Yazarın fotoğrafıEbrar Elveren

Din ve kültür etkileşiminin toplumsal yapı üzerindeki etkisi

Dinler toplumların istikrarlı bir şekilde yaşamalarına öncülük eden kutsal bilgi kaynaklarıdır. Her bir din ardında insanlığın yaşam ölçütünü belirleyen emir ve yasaklarla var olmaktadır. Bu çerçevede devletler kurulmuş ve benimsenen dinin emirleri doğrultusunda yaşam tarzı oluşturulmuştur. Bu hususta toplumların yaşam şeklini belirleyen ölçüt sadece din olmamıştır. Aynı zamanda kültür ve gelenekler, toplumların bir arada yaşama ihtiyacından doğan kurallar bütününü de yapılandırmaktadır.  Bu sebepten kültürler yapıları gereği nesilden nesle aktarılan bir yaşam stiline dönüşmüştür. Değerler her bir nesilde varlığını korumaya devam etse de çağın gerekleri ve yapısına uygun bir şekilde güncellenmeye devam etmektedir.


Dinler bu noktada kültürlerin oluşum ve gelişiminde önemli bir alanda yer almaktadır. Öyle ki toplumların değer yargılarının belirlenmesinde din ve kültür birbiriyle iç içe geçerek yeni bir form kazanmıştır. Örneğin durumu Türkler açısından ele almamız gerekirse Gök Tanrı inancına sahip Türklerin kitleler halinde İslam dinini benimsemesi Talas Savaşı ile öne çıkmaktadır (Mert, 2021). Fakat Türkler her ne kadar İslam dinini benimsemiş olsa da Şaman inanç ve gelenekleri yaşamlarında var olmaya devam etmiştir. Böylelikle İslam dini, Türklerin kültürüyle harmanlanarak yorumlanmıştır. Burada din yorumlanabilme potansiyeline sahip olmakla birlikte aynı zamanda belirli noktalarda kendi yapısından da çıkarılabilmektedir. Örneğin Şaman inanç ve kültüründe “çaput bağlama”, “eşiğe basmama”, “tahtaya vurma” ve gökteki ile iletişime geçebilme amacıyla uygulamalı birçok ritüelin Türklerin yaşam ve anlayışlarında var olduğu görülmektedir. Buradaki esas nokta Şamanizm’den günümüze ulaşan birçok inanç ve geleneğin İslam dininde var olduğunun sanılmasıdır. Bu noktada birçok benimseyiş stilleri ortaya çıkmaktadır. (Kavramlar literatürde sıklıkla bahsedilmekle birlikte özellikle güncel film analizlerinde de detaylandırılmaktadır.)


-       Geleneksel-Dindar: Yaşayış tarzında geleneksel bakış açısının dinin önüne geçmesi.

-       Dindar-Geleneksel: Dinin emir ve yasakları üzerinden bir yaşayış oluşturularak kültürün dinle çatışmadığı alanlarda yaşama entegre edilmesi.

-       Geleneksel-Geleneksel: Geleneklere göre bir yaşam biçimi oluşturularak dini, gelenekler dahilinde yaşama biçimi.

-       Dindar- Dindar: Dini emirlere riayet edilerek dinin hassasiyetleri üzerinden yeni bir gelenek ve kültür oluşturma anlayışı.


Ele alınan stiller dinin çok boyutlu yönünü göstermekle birlikte aynı zamanda kültür ve din arasındaki karmaşık ilişkiyi de yansıtmaktadır. İlişki, dönemler içerisinde yer yer zayıflamış ve sadece belirli temeller dahilinde varlığını korumaya devam etmiştir.



Bu noktada seküler toplum yapısı kültür-din ilişkisinin zayıfladığı, kültürün sadece döneme uygun alanlarda uygulandığı, dinin ise bir yaşam ve anlayış biçiminden öte ritüeller bazında algılanmasına sebep olmuştur. Öyle ki din, toplum-tanrı ilişkisinden birey-tanrı ilişkisine dönüşerek bireysel bir anlayış haline gelmiştir. Bu hususta dinin toplum üzerindeki yapısını anlamak amacıyla iki ana görüşten bahsetmek mümkündür.


Auguste Comte’a göre toplumlar üç aşamadan geçmektedirler: Teolojik, metafizik ve pozitif (Comte, 2014). Teolojik aşama dinin emir ve yasakları üzerinde bir yaşam anlayışının benimsenmesidir.  Teolojik toplumda tanrı ve kralın egemen olduğu bir düzen vardır; her olay ve durum, tanrının istediği şekilde düzenlenir. Tanrının iradesi en önemli olandır ve yaşam için yeterli olan bilgiyi sağlar. Ekonomi, siyaset, politika ve ahlâk gibi her yapı, tanrının kontrolü altındadır. Comte, bu toplumları ilkel ve geri olarak ele alır. Metafizik aşamada toplumlar yaşam ve yönetimde sadece dine bağlı kalmayarak din üstü yapıların var olduğuna inanarak neden-sonuç ilişkisini sadece tanrı üzerinden kurmamaktadır. Bu toplumlarda tanrının baskın olduğu unsurlar azalmaya başlar; yarı tanrılar ve eski tanrılar güçlerini yitirir ve akılcılığın izleri görülse de büyü, astroloji ve benzeri irrasyonel inançlar devam eder. Pozitif toplum ise tanrının emirleri ile değil insan aklının önde olduğu, bilimin her türlü giz perdesini aralayarak açıklamaya kapı aralamasıdır. Bu durum, toplumların en gelişmiş ve zirve halidir. Comte’a göre her bir toplum aynı dönemde aynı aşamada olmasa da en sonunda hepsi pozitif toplum aşamasına gelecektir. Böylelikle Comte’a göre din bir zamandan sonra ortadan kalkacaktır. Din yerine bilim ve akıl hâkim bir güç olacaktır.


Weber’e göre ise toplum ve din arasındaki ilişki, her zaman sıkı bir bağa sahip olmuştur. Weber, insanların toplumsal koşullarının din aracılığıyla meşrulaştırıldığını ve davranışlarını yönlendirdiğini savunmuştur (Weber, 2012).  Bu hususta, Hindistan'daki “kast sistemi”ni örnek göstererek, toplumun sınıfsal katmanlara ayrıldığını belirtmiştir. Weber'e göre, dinler sınıfları meşrulaştırarak “kozmos” kavramıyla üretimlerine katkı sağlarlar. Din ve iktidar arasındaki sıkı ilişki, toplumda sınıfsal yapıların güçlendirilmesine yol açar. Örneğin, reenkarnasyon, üst sınıfların statülerini korumalarına ve alt sınıfların isyan etmemesine katkıda bulunur. Günümüzde bu düzen var olmaya devam etmektedir. Weber de dini, rasyonel toplumlarda gücü azalan bir yapı olarak ele alsa da o, Comte’un aksine dinin yok olmayacağını, gücünün azalsa da her daim toplumda var olacağını belirtmektedir. Yine aynı şekilde Weber’in oluşturmuş olduğu “Geleneksel Otorite” kavramı ile bazı toplumların rasyonel bir otorite anlayışı yerine gelenekler üzerine kurulu bir otorite ile yönetildiğini ve bu toplumların rasyonellikten uzak bir anlayış içerisinde olduğunu belirtmektedir. Eylem tiplemelerinde de Weber, “Geleneksel Eylem” kavramına yer vererek eylemi bireyin belirli duygular ve duygu halleri sonucunda nihai değerleri hedef alarak bir inanç sistemi tarafından belirlenmiş araçsal bir eylem olarak tanımlamaktadır (Weber 2012: 132-133).


 Dinin seküler toplum üzerindeki etkisi konusunda birçok araştırma yapılmaktadır. Araştırmalar sonucunda iki paradigma üzerinde durulmaktadır. Dinin toplum üzerindeki etkisinin azaldığı, seküler hayat kurallarına geçiş yapıldığı tezi ve dinin etkin bir şekilde toplumda etkisini göstermeye devam ettiği, dinin etki boyutunun azalması yerine arttığı düşüncesidir. Durumu değerlendirmek gerekirse asıl mesele seküler toplumlarda dinin mevcut konumundan ziyade dinin niteliklerinin (yönetme, adalet, komşuluk, ekonomi vb.) toplumda hangi oranla yansıdığıdır. Ritüellerin bireysel anlamda yapılıyor olması dinin etkin bir şekilde gücünü yansıtmaz. Sadece dinin ritüeller alanındaki konumunu gösterir. Yine aynı şekilde değerlere bağlı olmak sadece bayram ziyaret, isteme merasiminden ibaret değildir. Bahsedilen alanlar geleneklerin yönetim ve algılayış stilini değil, özel günlerdeki konumunu yansıtmaktadır. Buradaki asıl mevzu din ve değerlerin hangi alan ve durumlarda etkin olduğudur.

O halde soru şöyle olmalıdır: Din ve gelenek, toplumun hangi konumu ve olayında varlığını korumaya devam etmedir?


Kaynakça

Aksan, G. (2016). “Max Weber ve Değerler Sosyolojisi: Bir Metodolojik İkilemin Düşündürdükleri". Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi (35), 427-446. https://doi.org/10.21497/sefad.35126

Comte, A. (2014). "Pozitif Felsefe Dersleri". 2(19-20), 213-258. (Ü. Meriç, Çev.) İstanbul University Journal of Sociology.

Mert, R. (2021). "İslam Öncesi Türkler ve Türklerin İslamlaşma Süreci". 9(2), 655-678. Tokat İlmiyat Dergisi.

Weber, M. (2012). Din Sosyolojisi. (L. Boyacı, Çev.) İstanbul: Yarın Yayıncılık.

bottom of page