"[A] priori bilgiyle, bu veya şu tecrübeden bağımsız bilgiyi değil, fakat saf bir biçimde tüm tecrübelerden bağımsız bilgiyi anlayacağız. Buna karşıt olan, sadece a posteriori mümkün olan tecrübî bilgi, deneyim aracılığıyla edinilen bilgidir. Bilginin a priori hâlleri, hiçbir deneyim karışımının olmadığı zaman saf olarak adlandırılmıştır. Bu sebeple örneğin “Her değişimin bir nedeni vardır.” önermesi a priori bir önermeyken saf bir önerme değildir; çünkü değişim, yalnızca tecrübeden türetilebilir bir kavramdır."
I. Kant, Saf Aklın Eleştirisi
Bilgi felsefesi açısından modern bilgi kuramlarına en fazla etki eden filozoflardan olan Immanuel Kant’ın felsefesi, bilginin imkânı ile bilimlerin temellerinin oluşturulması ve metafiziğin anlamı üzerine birçok önemli katkı sunmuştur. Saf Aklın Eleştirisi’nde Kant; duyulara verileni, deneyimi ve deneyim aracılığıyla bilinebilir olanı aşmak isteyen veya özetle metafizik yapmak isteyen insanın bilgisinin sınırlarını yoklamaktadır. Burada Kant metafizik ile özellikle Descartes ile başlayan rasyonalist varlık kuramının başvurduğu spekülatif bilgi alanını ele alır ve eleştirir.

Bununla birlikte Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi’ndeki amacı metafiziğin gereksizliğini göstermek değildir, fakat insan varlığındaki teoriler kuran aklın gücünün ve yapısının araştırılmasıdır. Bu araştırma vesilesiyle aklın, her türden varlığı bilme gücüne sahip olduğuna inanan rasyonalist dogmatizmi eleştirir. Bu yönden ifade edilirse düşünme yetisinin ve aklın kullanımı kitap için önem arz eden bir konudur.
Her ne kadar insanda tek akıl bulunsa da aklın teorik yönü yanı sıra ayrı bir işlem alanı olarak bir de pratik yönü mevcuttur. İnsanın ne yapması gerektiği gibi ahlâk bilgisiyle de ilişki olan pratik akıl, bilginin açıklığını ve kesinliğini kendinde taşımakta, içermektedir. Kant aklın teorik ve pratik kullanımlarının farklı yasalara tabi olmalarının aşılması ve bir uyum içinde olmaları gerektiği sonucuna ulaştığından, insanın kaçınamayacağı metafizik soruların da uygun bir biçimde ele alınmaları gerektiği fikrindedir. Düşünme kapasitesinin sınırlarına dair bir muğlaklık olması sebebiyle daha önce metafizik sorunlar alanında başıboş kalan akıl, hem tanrıya ve dine ilişkin dogmatik neticelere hem de ahlâka karşı inançsızlığa da ulaşmıştır. Bunun bir sonucu olarak metafizik ile hem maddeciliğe hem de ruhun mevcudiyeti sonuçlarına ulaşılabilir olmuştur. Bu, Kant’ın kurduğu bir takım antinomilerin de konusunu oluşturmaktadır.
Bu konuyu kendi felsefesi içerisinde çözümleyerek metafiziği mümkün kılan aklî idelerin anlamı üzerine bir kuram oluşturan Kant, metafiziğe dair araştırmasını, onun spekülatif özelliği nedeniyle sonraya bırakır. Saf Aklın Eleştirisi’nde öncelikle saf aklın, açık ve kanıtlanabilir bilgi sağladığı mantık ve matematik bilimlerindeki yerini ele alır. Kant’a göre, mantık ve matematik saf akla dayanarak insan için kanıtlanabilir bilgiler sağlamaktadırlar. Aynı durum, teorik mekanik gibi bazı doğa bilimleri için de söz konusudur. Bu nedenle Kant, matematik ile ondan hareket eden bilimlerin bilgi sağlamalarında gözlenen sağlam yapı ile metafiziğin bilgi yapısı arasında bir karşıtlık olduğu sonucuna ulaşır ve bunun nedenini araştırmak ister. Bu anlamıyla Salt Aklın Eleştirisi temelde bu özel sorunla ilgilidir denilebilir.
Bilgi felsefesi tarihinde, bilginin kaynağına ilişkin olarak deneyimciler duyumu esas almışlardır. Ancak duyu bilgisinin sağlamlığı ve açıklığı şüphe içermiştir. Bir deneyimci olan Locke, duyum bilgisinin güvenilmezliğine kısmî bir çözüm olarak şeylerin koşullara bağlı nitelikleri ile koşullara bağlı olmayan nitelikleri arasında bir ayrıma gitmiştir. Locke’un yaptığı bu ayrıma göre birincil nitelikler şeyin nesnel özellikleriyken ikincil nitelikler koşullara ve özneye bağlı olarak farklılaşmaları itibariyle öznel niteliklerdir. Ne var ki Kant’a göre sadece ikincil nitelikler değil, birincil nitelikler de özneldirler. Çünkü ona göre şeylere ilişkin bilgimiz, şeylerin kendilerinden kaynaklanmakta, onlardan insan zihnine gelmektelerse bile gelen duyumlar, insan zihninin yapısına göreli olarak bir form kazanmaktadırlar. Bu sebeple insan için bilgi yalnızca kendi zihin yapısının koşullarıyla sınırlandırılmıştır. Bu bilgimizin, ancak bizim bilgi kapasitemizle biçimlenmesi ve sınırlanması anlamında gelmektedir. Bununla birlikte insan bilgisi için mümkün olanın da sadece fenomen (görünüş) bilgisi olduğu ve nesnenin kendiliğinin bilinme olanağı bulunmadığı da bir diğer sonuçtur. Bu sonuçlar dolayımında ifade edilirse Kant, bilgi felsefesini deneyimciler gibi deneyimle başlatmakta, fakat onlardan ayrı olarak gelen bilgi içeriğinin akıl tarafından işlenerek bilgi formu kazandığı sonucuna ulaşmaktadır.
Kant, tecrübî bilginin sadece duyu verilerinin bir yığılmasından, bir araya gelmelerinden ibaret olmadığını, bundan daha fazla bir şey olduğunu düşünür. Çünkü tecrübî bilgiler, tikel olgular hakkındadırlar ve fakat bunun ötesinde, insan aklını genellemelere ve yasalara götüren, öngörü veya tahminler üretmeyi sağlayacak türden –bilim için elverişli- bilgilerdir. Tecrübî bilginin, aklı genele ulaştıracak türden olmasının anlamı nedir? Kant’a göre bunun anlamı, tikele dair olsa da tecrübî bilginin aynı zamanda bir zorunluluğu da içeriyor olmasıdır. Bu zorunluluk, tecrübî bilginin maddesinden (içeriğinden) değil, fakat onun formundan gelmektedir. Bununla ilgili olarak Kant’ın ulaştığı bir diğer sonuç ise tikel olgulardan insan aklını yasalara ve genellemelere ulaştıran söz konusu zorunluluğu içeren formlar ile tecrübî bilginin maddesinin farklı kaynaklardan gelmeleridir. Yani, tecrübî bilginin duyu yetileri aracılığıyla nesneden gelen maddesinden veya içeriğinden ayrı olarak formlar, bu verilerin bilgiye dönüştürülmesinin bir ön koşulu olarak akla mündemiç durumdadır.
Transandantal Felsefe
Kant, tecrübî bilginin sadece duyu verilerini oluşturan maddesinden ibaret olmadığını, daha ziyade duyu verilerinin formu olan a priori ön koşula bağlı olduğunu ifade ettikten sonra insan aklındaki bu bilgi formlarını araştıran felsefeyi de “Transandantal Felsefe” olarak adlandırır. Bu adlandırmanın sebebi, insan bilgisinin a priori yönünü araştıran bilginin, transandantal bilgi olmasıdır. Sözü edilen a priori nitelik yanı sıra Kant, yargılar arasında gözettiği analitik ve sentetik ayrımı vesilesiyle yeni bilgiler edinmenin ancak sentetik yargılarla mümkün olacağı sonucuna ulaşarak transandantal felsefenin en önemli konusu olarak da onları inceler. Transandantal felsefe; matematik ve doğa bilimleri alanlarında olduğu gibi metafizik alanında da a priori sentetik yargılar ile meşgul olacaktır.
Kant’ın bilgi felsefesine göre analitik önermeler, “Bütün cisimler yer kaplar.” önermesinde olduğu gibi bir kavram çözümlemesi olup öznede örtük biçimde içerilen anlamların ortaya çıkarılmasıyla oluşturulan önermelerdir. Cisim sözcüğünün zaten uzayda yer kaplama durumuna karşılık gelmesi nedeniyle, bu ve benzeri önermeler yeni bir bilgi vermezler. Buna karşılık sentetik önermeler, “Bütün cisimlerin ağırlığı vardır.” önermesinde olduğu gibi birleşimsel yapıları gereği öznede örtük olan anlama ilave anlamlar yükleyerek bilgiyi genişletirler. Sözü edilen örnek üzerinden ifade edilirse cismin tanımında yer kaplama özelliği vardır, ancak bu bilgi cismin ağırlığının da bulunduğuna dair ilave bilgi ile birleştiği için önerme, özne hakkında yeni bir bilgi içermiş olmaktadır.
Kant bir şeyin bilgi olabilmesi için öncelikle algımıza gelmesi gerektiğini düşündüğünden dolayı Saf Aklın Eleştirisi’nin girişinde bilginin tecrübeyle başladığını ifade eder. Onun bu kavrayışı; hem rasyonalistlerin bilginin kaynağı olarak sadece aklı kabul etmelerine ve bilgiyi bir kavram çalışması olarak görmelerine hem de deneyimcilerin bilgiyi tecrübe ile sınırlamalarına bir itiraz olduğu gibi esasen her ikisini de kuşatıcı bir mahiyettedir. Kant’ın bilgi felsefesinin özgün tarafı, bilgide iki farklı yön bulunduğunu, bilgi için hem duyularla somut olarak algılanan yönün hem de anlama yetisinin düşünceyle bağlar kuran yönünün bir arada bulunduğunu değerlendirmesidir. Bu nedenle Kant’ın bu yaklaşımı onun, “Algısız kavramlar boş, kavramsız algılar kördür.” sözüyle özetlenebilir.
Bu yaklaşım ile Kant, genele götüren niteliğinden dolayı tecrübî bilginin sahip olduğu zorunluluğun onun maddesinden değil, formundan geldiğini ileri sürmüştü. Buna ilaveten algıya verilen duyu verilerinin tecrübî bilgi olabilmesi için de bir önkoşuldan söz eder: İnsan aklına yerleşik zorunlu formların mevcudiyeti. Duyu verilerinin algılanmasının iki a priori zorunlu formu, zaman ve mekândır. Algılanan veriler ancak bir zaman ve mekân formu ile bilgi için mümkün hâle gelebilmektedir. Bu iki form duyulara bağlı olmadıklarından dolayı a priori veya saf algılardır. Kant’ın bilgi felsefesinde a priori formlar, henüz tecrübe ile temas etmemiş oldukları için saftırlar. Kant, insan aklında bulunan bu bilgi formlarını transandantal bilgi olarak adlandırıp bilginin a priori yönünü oluşturduklarını ifade eder.
Transandantal felsefenin en önemli konusu ise a priori sentetik önermelerdir. Bunun sebebi, Kant’ın, a priori nitelik ile beraber yeni bilgiler edinmenin ancak sentetik yargılarla mümkün olacağı sonucuna ulaşmasıdır. Ona göre bu ayrımlar temelinde inşa edilen transandantal felsefe, matematik ve doğa bilimleri alanlarında olduğu gibi metafizik alanında da doğru bilgiye götürecek olduğu için a priori sentetik yargılar ile meşgul olacaktır.
Kant, bilimlerdeki bilgi probleminde matematik bilgilerin sağlamlığından hareket eder. Ona göre matematik bilgilerin sağlamlığının doğa bilimleri ve metafizik alanındaki bilgilerde de elde edilebilmesi için a priori sentetik yargılar kritik bir önemi haizdirler. Matematik yargılar tecrübeye başvurmadıkları için a priori’dirler. Bununla birlikte matematik yargılarda kavram/terim, yüklemi içerecek şekilde bulunmaz. Bunu 7+5=12 işlemi ile örnekleyen Kant’a göre, 12 sayısı 7’yi ve 5’i kendiliğinden vermez veya 7+5 birleşimi, bir çözümleme ile 12’den türetilemez. Bu sebeple matematik yargılar aynı zamanda sentetiktirler.
Yukarıda Kant’ın, tecrübî bilginin maddesinin ve formunun kaynakları arasında bir farklılık gözettiği belirtilmişti. Bu farklılık temelinde ifade edilirse, doğa bilimlerinin tikel verileri ile onlardan hareketle insan aklını genellemelere götüren akla içkin zorunlu a priori formların birlikteliği empirik bilgiyi mümkün kılmaktadır. Kant’a göre doğa bilimlerinde nedensellik veya etki-tepki gibi genellemeler veya yasalar, tikel veriler ile söz konusu zorunlu formların birlikteliği sayesinde mümkündür. Bu nedenle Kant, a priori sentetik yargıları, doğa bilimlerinde bulunan zorunlu ilkeler olarak değerlendirir. Bu yargılar veya ilkeler sayesinde tecrübî ve deneysel bilgi, yasalara ve genellemelere ulaşmayı sağlamaktadır.
Ayrıca Kant, a priori sentetik yargılara, bir bilim değil fakat disiplin olarak ele aldığı metafizikte de önemli bir yer verir. Şöyle ki metafiziksel yargıların eğer, matematik veya bazı doğa bilimleri gibi sağlam bir bilgi vermeleri isteniyorsa önermelerinin analitik değil, sentetik nitelikte olması gerektiğini düşünür. Kant’tan önce metafiziğe ilişkin yargıların analitik olmaları, yani yüklemin, öznenin çözümlenmesinin bir sonucu olması yeni bir bilgi vermediği gibi metafiziğin bir takım varsayımlara dayandırılmasından başka bir kıymet içermemesi sorununu doğurmuştur. Örneğin Descartes’ın ya da Spinoza’nın metafiziklerinde karşılaşılan sorun budur. Bu durumda metafizik, mantıksal kurgulamalar içerisinde bir kısırdöngüye yol açmaktadır. Bu sonuç Kant için, metafiziğin a priori olan ancak sentetik yargılar içermesi gerektiği sonucunu ortaya çıkarmıştır.
“[M]addesel veya tinsel herhangi bir cisme ilişkin deneyimsel kavramımızdan, tecrübenin bize öğrettiği tüm hususiyetleri çıkarsak bile nesnenin özü olarak düşünülen veya özünde bulunduğu düşünülen şeyi ortadan kaldıramayız”
I. Kant, Saf Aklın Eleştirisi
Kant’ın felsefesinde bilme, fenomen dünyasına ilişkindir ve yani bilinebilir olan sadece görünüşlerdir. Bununla birlikte o, transandantal felsefe ile bilmede zorunlu olan a priori formları da inceler. Transandantal felsefesinin konuları şunlardır: Algının formlarını araştıran transandantal estetik, bilginin algı dışındaki ikinci unsuru olan düşünmeyi araştıran transandantal analitik, anlama yeteneğinin kavramlarını bir arada tutan iç bağlantıyı araştırdığı transandantal çıkarım ve metafiziği incelediği saf aklın esas kritiği olan transandantal diyalektik.
Transandantal Estetik
Kant felefesinde transandantal estetik, bilginin algılar (receptive) yönüyle meşguldür. Burada Kant, algıya veya duyulara konu olan (fenomenal) dünyayı nasıl bilebildiğimizi araştırır. Bu sebeple öncelikle duyulara dayanan algının formlarını araştırır. Bu araştırma ile her türlü algının ve duyulara dayanan bilginin iki formu olan zaman ve mekâna ulaşır. Zaman ve mekân, Kant’a göre algılarla edinilen bilgi maddesinin ön koşulu olan genel ve zorunlu formlardır. Transandantal estetiğin konusunun algıyla ilgili olması, kullanılan estetik sözcüğünün bağlamını da göstermektedir. Şöyle ki “aisthesis” sözcüğü Yunancada algıyla, duyularla kavrama demektir. Kant kitabında saf akıl ile ilgili olduğundan, yani tecrübî olan ile değil, deneyime bulaşmamış olanla ilgilendiğinden estetik sözcüğünü de duyum ve algıyla kavranan bilginin a priori incelemesine ilişkin görür.
Duyuların algılanmasının iki formu olan zaman ve mekân içsel ve dışsal algıların ön koşullarıdır. Alınan veriler bir zaman ve bir mekân içinde mümkün olmaktadırlar. Mekân, dışa bağlı duyuların, zaman ise içsel duyuların formudur. Ancak mekân içinde olan olaylar bir zaman içinde de olmaktadırlar. Bu iki form, a priori algılar veya saf algılardır. Yani duyulara bağlı değiller, fakat duyular onlara bağlıdır.
Bu yönden değerlendirildiğinde Kant’ın, matematik ve geometri bilgisinin neden analitik değil de sentetik yargılardan oluştuklarını düşündüğü de anlaşılır olmaktadır: Geometri, mekâna bağlı bir algıyı gerektirmektedir ve ondaki kanıtlamalar kavram çözümlemesi değildir. Geometri bilgisi mekân ile ilişkisi itibariyle sentetik olmak durumundadır. Bununla birlikte geometrik kanıtlamalar, mekâna bağlı duyusal algılamalardan çıkarılamazlar, yani a prioridirler. Matematiksel bilgide olduğu gibi geometri bilgisinde de genel ve zorunlu bir bilgi söz konusudur, algının ardında bulunan saf (a priori) algıya dayanırlar. Bu nedenle matematiksel ve geometrik yargılar da sentetik a priori yargılardır.
Transandantal Analitik
Bilginin algıdan başka ikinci kaynağı olan düşünme, transandantal analitiğin konusunu oluşturur. Düşünme, algıdaki edilginliğin aksine etkin olmak, bağlantılar kurmakla ilgilidir. Düşünme, anlama yeteneğine dair olduğu için aynı zamanda Aristoteles’ten beri araştırılmış olan kategorilerle de ilgilidir. Fakat Aristoteles için anlama yeteneğinin bu formları, bir yasa düzeni olarak sonuç çıkarmalarda uyulması gereken mantık kurallarıyla ilgilidir. Oysa Kant bu çerçevede mantığa değil, şeyler arasındaki bağlantıların kavranmasında rol alan anlama yeteneğinin formlarına, düşünmenin temel işlevlerine odaklanmıştır.
Kant’a göre düşünme, gelen duyu verilerinin arasında bağlantı kurmaktan ibaret değildir. Henüz algıda, algının alınmasında da düşünme etkilidir. Descartes’ın örneklediği balmumunu ele alırsak, onun ateşte erimesine rağmen anlama yeteneği değişimle birlikte onun değişmez olarak algılanmasında da etkindir. Kant’ın “Kavramsız algılar kördür.” demesi de sürekli gerçekleşen değişime rağmen nesneyi tanımamıza olanak sağlayan şeyin, duyu verilerinde düzen kuran bağlantı formlarının önemini işaret eder.
Düşünme eylemi, a priori kavramlarla bağlantı kurarak deneyimde gerçekleşen değişimi bir özdeşlik içerisinde değerlendirir. Balmumu örneği yanı sıra güneşin altında ısınan taş örneği de benzer şekilde farklı algı verilerinin arasında a priori kavramlar aracılığıyla kurulan bağlantının bir örneğidir. Taşın ısınması bir nedene bağlı olarak, Güneş’in yaydığı ısıdan kaynaklanmaktadır. Güneş’in yaydığı ısı ile taşın ısınması arasındaki bağlantı, Kant’a göre Hume’un ileri sürdüğü gibi sadece iki olgunun öznel olarak bir birleştirmesi veya düşünme alışkanlığı değil, nesnel bir bağlantıdır. Bu, neden-sonuç bağlantısının kavramı, yani olgunun içeriğini biçimlendiren, düşünme aracılığıyla belirlenmiş a priori bağlantıdır.
Transandantal estetik yanında yer alan ve anlama yeteneğinin a priori kavramlarını, temel formlarını ve işlevlerini araştıran transandantal mantık ile Kant, nesneler hakkındaki bilginin nesnel bağlantılarının kavranmasının dayandığı kavramlara ulaşır. Saf anlama yeteneğinin bu temel kavramları hem düşünmenin formları hem de bilgi ve deneyimin yönetici ilkeleridir. Kant bu kavramalara kategoriler der. Ancak kategorileri ilk olarak ortaya koyan Aristoteles’ten farklı bir şekilde değerlendirir onları: Aristoteles’e göre kategoriler bizim ifademizde yer aldıkları gibi aynı zamanda varlıkta da (nesnelerde) mevcutturlar. Oysa Kant’a göre tıpkı zaman ve mekân gibi kategoriler de sadece bizde bulunan, anlama yeteneğimizin birer unsurudurlar. Bununla birlikte zaman ve mekânı birer kategori değildirler. Bu ikisi algının formlarıdır, bu sebeple anlama yeteneğinin işlevleri olan kategoriler gibi değildirler.
Bu kategoriler; Nicelik (çokluk, birlik, bütünlük), Nitelik (gerçeklik, olumsuzlama, sınırlandırma), Bağlantı (substans, neden-sonuç, karşılıklı bağlılık), Modalite (olanak, varolma, zorunluluk)’tir.
Transandantal Çıkarım
Kant, anlama yeteneğinin temel kavramlarını birlik halinde tutan zorunlu bir iç bağlantı araştırırken bunu transandantal çıkarım başlığı altında yapar. Söz konusu zorunlu iç bağlantı bilen öznededir. Bilen öznenin veya düşünmenin “ben”i, “kavramanın/apperception’un transandantal birliğidir. Kavramanın transandantal birliği olarak ben, bilginin maddesi olan duyu verilerini algılamanın a priori ön koşuludur.”
Descartes’ın, “ben”in düşünme edimiyle beslendiği fikrine Kant, düşünmenin sentetik edimleri olduğunu ekler. Bu, bilince, sentetik edimlerle bağlanmayan bir şeyin giremeyeceği anlamına gelmektedir. Sentetik yargıları ve bilgiyi mümkün kılan kategoriler, duyulur dünyayı kavranabilir kılan zorunluluklarıdır. Tıpkı algılamanın, ön koşulu olan zaman ve mekânın birer form olmaları gibi düşünmenin, yani nesnelerin kavranmasının temel formlarının da kategoriler olması söz konusudur. Ancak algı dünyası ile doğrudan ilgili olmayan kategorilere dayanan düşünme, boş bir düşünme olacaktır. Bu, Kant’ın “Algısız kavramlar boştur.” sözüne karşılık gelir. Bilgi için duyularımızla anlama yeteneğinin bir arada olması gerekmektedir. Saf Aklın Eleştirisi’nin Giriş bölümünde Kant’ın tecrübeyi her türlü bilginin başlangıcı olarak ele alma sebebi de budur. Algı ve tecrübe bilginin başlangıcında yer alırlar, çünkü bunlar sentetik yargıların da ilk koşuludurlar. Aksi durumda, salt kavramlara dayanan bir düşünme yalnızca kavram çözümlemesi olarak analitik yargılar verecektir. Buradan çıkan bir sonuç şudur: şayet bilgi alınmak isteniyorsa metafiziğin de sentetik yargılarla çalışması gerekmektedir.
Bir yargının sentetik olması, aralarında bağ kurulacak olan verili şeylerin önceden var olmalarını gerektirir. Bu durumdaysa zaman ve mekân koşulu ortaya çıkmaktadır. Öyleyse sentetik bilgi, zaman ve mekânın a priori koşulları altında mümkündür ki Kant bunu fenomen bilgisi olarak adlandırır. Bu koşulu sağlamayan numen hakkında herhangi bir bilgi mümkün olmamaktadır. Bunun bir sonucu, kategorilerin de yalnızca tecrübe dünyasındaki bilgiyle sınırlanmış olmalarıdır.
Kant’ın ulaştığı bir diğer sonuç da şudur: Saf anlama yeteneğinin kavramları ile algının saf formlarının zaman ile birlikte “doğa bilimlerinin a apriori ilkeleri”ni vermesidir. Önemli bir nokta, bu bilgi ilkelerinin doğanın kendisinin de ilkeleri olmalarıdır. Çünkü doğa da ancak bizim bilebildiğimiz kadarıyla bir fenomendir. İnsan bilgisi ile doğa arasında bu sebepten dolayı bir uygunluk vardır. -Ancak bu uygunluk mutlak değil, görelidir.
Kant’a göre söz konusu a priori sentetik ilkeleri bize sağlayan yine kategorilerdir. Çünkü bu ilkelerin kategorilerin görünüş dünyasına uygulanması demektir. Bununla birlikte bu ilkeler Aristoteles’in varlıkta tanımladığı gibi kurucu değil, (anlamayla ilgili) düzenleyici ilkeler olduklarından geçerlilikleri tecrübe yoluyla kanıtlanmaya muhtaçtır.
Salt anlama yeteneğinin, kategorilerin duyulur dünyaya uygulanması demek olan ilkeleri şöyle sıralanır:
* Zaman ve mekâna bağlı algının aksiyomları: Algılanan her şey boyutsaldır, ölçülebilir ve sayılabilirdir.
* Algının antisipation’u: Algılanan her şeyin öznel olarak beliren bir yoğunluğu mevcuttur. Tecrübe yoluyla yapılacak bir dereceleme, matematiğin kullanımıyla nesnel bir bilgiyi mümkün kılar.
* Deneyimlerin analojileri: Anlama yeteneğinin bağlantı kategorisindeki kavramları, gelen veriler yığınını işleyerek birbirlerine bağlayabildiği için doğa yasaları adı verilen genel bağlantıları oluşturmak mümkündür. Zamanın üç modu, analojinin de üç ilkesidir: Zamanın ilk modu, “substans’ın sürekliliği” ilkesidir: Zaman içinde olup biten tüm değişmelere rağmen değişmeyen bir şey vardır ve bu, a priori olarak bilinir. Bu ilke, doğa bilimlerinin metafizik ön koşuludur.
Zamanın ikinci modu, neden-sonuç ilkesidir: Bütün değişmeler nedensellik bağı içinde gerçekleşir.
Zamanın üçüncü modu, birlikte ortaya çıkmaya dayanan karşılıklı etkidir.
* Modalite kategorisi ilkeleri (deneyime dayalı düşünmenin postulatları): Modalite kategorisindeki kavramlar; olanak, gerçeklik, zorunluluktur. Buna göre tecrübenin form koşulları olan zaman ve mekâna uygun olan her şey doğada olanaklıdır. Gerçeklik ise tecrübenin maddî koşulları olan algının içeriğine uygun her şeyi kapsar. Yani duyu verilerinin sağladıkları, gerçekliğin koşuludur. Kendi başına var olanın mutlak zorunluluğunun aksine duyu dünyasındaki zorunluluk, olguların birbirini takip etmesi olarak izafî bir zorunluluktur.
Transandantal Diyalektik
Transandantal mantığın iki büyük bölümünden ilki olan transandantal analitikte Kant; kategoriler teorisi, doğanın temel yasaları ve salt doğa bilimlerinin ilkeleri olan salt anlama yeteneğinin ilkelerini inceler. Bu bölümlerde Kant, bilgi ve bilim teorilerini ele almış, anlama yeteneği ile algı verilerinin ilişkisine odaklanmıştır. Transandantal mantığın sonraki bölümündeyse saf aklın esas kritiğine başlar. Burada transandantal diyalektik ile metafiziği ve onun geçerliliğini araştırır.
Saf anlama yeteneğinin kategorileri temel kavramlar olarak kendinde taşıması gibi akıl da Kant’ın ideler adını verdiği bazı a priori kavramlar taşımaktadır. Aklın kendisinde bulunan söz konusu idelerle güvenilir bilgiye ulaşılmak istenirse ortaya çıkacak hatayı işaret eden Kant, bu bölümde başvurduğu diyalektik kavramıyla da insanın kaçınamayacağı aklî dinamizme vurgu yapar.
Anlama yeteneği, neden-sonuç bağlantılarıyla kurulmuş bir koşullar yığını içinde dolaşırken akıl, tüm bunları aşarak bütünü kavramaya çalışır. Bütünü kavramak için başvurulan ideler ise esasında bir nesne değil aklın bir referansıdırlar. Örneğin evren, tüm nesneleri içeren bir bütün olarak deneyimlenemez bir şey olmasına rağmen sadece aklın bir idesi olarak mevcuttur. Tek tek var olan oluşları birbirine bağlayan anlama yetisi, bunu evren kavramıyla genişletmekte ve bu da hiçbir koşula bağlı olmayan, koşulların üzerinde bir bütün olarak kavranmak istenmektedir. Kant’a göre bu genişletme bir hayaldir. Her türlü koşulun ötesinde bir şey düşünebilsek bile böyle bir şeyi bilmenin bir olanağı yoktur.
Düşünme yeteneğinin bu durumu, evrenin yapısı ve varlık biçimi hakkında teorilere yol açmakta ve metafiziğin sapması da burada ortaya çıkmaktadır. Örneğin bir tez olarak Spinoza’nın tüm evreni neden-sonuç bağıntısı içerisinde açıklamasıyla ulaştığı sonsuz düşüncesi ve bir karşı tez olarak Aristoteles’in tüm nedenlerin ilki olan hareket ettiriciye ulaşması bu türden metafizik teorilerdir. Evren idesinin hakkında bir bilgi sahibi olunamayacağı için bu tür metafizik düşünmede kavramlar algısız kaldıklarından Kant’a göre boş olmaktadırlar.
Saf aklın üç idesi; ruh, evren ve tanrıdır ve Kant bunları bazan tanrı, ölümsüzlük ve özgürlük olarak ele alır. Transandantal diyalektikte incelenen bu üç ide hakkında hiçbir bilgimizin olmadığı için Kant, bunlar aracılığıyla düşünme yeteneğimizin koşulsuz kavramlarının boş olduklarını gösterir: Algının koşulları olan zaman ve mekân insanı sonsuza götürürse de mutlak olan hakkında bir yargıya varma hakkı vermez. Çünkü koşullara bağlı olmayan hakkında bir bilgiye ulaşmak istediğimizde sadece yanılsama ortaya çıkacaktır. Nihayetinde hepsi, temelini aklın varlık yapısında bulmaktadır.
Sonuç olarak ifade edilirse Kant’ın bilgiyi araştırması, bilginin insan için nasıl mümkün olduğu meselesiyle başlamaktır. Ona göre dış dünya duyuma neden olmakta, insan zihni de dış dünyadan gelen duyum malzemesini bir düzene sokmaktadır. Duyuma kaynaklık eden şeyin kendiliğini (numen) bilinemez olarak niteleyen Kant, dış dünyadan gelen bilgiyi işleyen zihnin algı aygıtının formları olan zaman ve mekânın da birer kavram değil, sezinlemenin iki formu ve öznel olduklarını düşünür. Buradan çıkarılacak bir sonuç, insanın bilgi kapasitesinin dış dünya hakkında öznel bir donanıma sahip olduğu ve yani Kant’ın numen olarak adlandırdığı kendinde şeyin nesnel bir bilinme imkânının bulunmadığıdır. Buna göre insanın bilme yetisi, fenomenlerle sınırlıdır. Bu da metafiziğin imkânını sorgulamak için bir başlangıçtır.
(Resim: Puttrich Johann Theodor, 1793)