top of page
  • Yazarın fotoğrafıEfe Bayram

Peter Singer ve Mutlak Yoksulluk

Mutlak yoksulluk, insanın biyolojik varlığını devam ettirebilmesi için gerekli olan ihtiyaçlardan yoksun olma durumunu ifade etmektedir. Söz konusu bu ihtiyaçları da temel olarak gıda, içme suyu, eğitim, sağlık ve barınma şeklinde sıralamak mümkündür. Mutlak yoksulluğun bir olgu olarak mevcudiyeti onu etik perspektiften değerlendirme gerekliliğini de beraberinde getirmektedir. Çünkü mutlak yoksulluk kaynaklı ortaya çıkan acı ve ölümlerin “önlenebilirliği” aynı zamanda devletlerden bireylere uzanan yelpazede herkese belli etik sorumluluklar yüklemektedir.


Bu sorumlulukları yerel ve global ölçekte devlet ve kurumları temel alarak değerlendiren etik teorilerin yanında bireyin ahlaki yükümlülüklerini merkezine alarak tartışan etik yaklaşımlar da mevcuttur. Bu çalışmada da “faydacı etik”in günümüzdeki temsilcilerinden olan Peter Singer’in mutlak yoksulluk olgusu karşısında bireyi merkezine alan yaklaşımının değerlendirmesi yapılacaktır. Bilindiği üzere faydacı etikte eylemlerin ahlaki açıdan doğru olup olmadığını belirleyen kıstas, bu eylemlerin neden oldukları sonuçlardır. Dolayısıyla faydacılık, eylemleri sonuçlarından bağımsız, niyet üzerinden değerlendiren Kantçı ödev etiğinin karşıt kutbunda yer almaktadır. Eylemlerin sonuçlarını da ahlaki açıdan doğru kılan temel ölçüt mutluluğun artırılması ve acıların -yok edilemiyorsa şayet- mümkün olduğu kadar asgari düzeye indirilmesidir. Dolayısıyla mutlak yoksulluk olgusunda faydacı etiğin takınacağı tavır da mutluluğun artırılmasından ziyade acıların azaltılması yönünde olacaktır, ki bu da yeterli olanaklara sahip olan her bireye mutlak yoksulluktan kaynaklanan acı ve ölümleri önleme ödevini yüklemektedir.


İşte bu noktadan itibaren Singer bu husustaki merkezi argümanını ortaya koymaktadır. Singer’e göre birey, ahlaki bakımdan eşdeğer öneme sahip başka bir şeyi feda etmediği sürece, mutlak yoksulluğu önleme yolunda tüm kaynaklarını seferber etmekle yükümlüdür. Dikkat edileceği üzere “ahlaki bakımdan eşdeğer öneme sahip başka bir şeyi feda etmeme” ilkesi bu argümanın etik sınırını ifade etmektedir. Çünkü bu ilke söz konusu eylemi gerçekleştirirken başka bireylerin temel hak ve özgürlüklerini ihlal etmenin önüne geçmeyi hedeflemektedir. Aynı zamanda bu ilke, bireylerin yaşamlarına dair olan birçok unsuru ahlaki bakımdan eşdeğer öneme sahip olmayan şeyler şeklinde nitelendirmeye açık hâle getirmektedir. Bu çerçevede Singer, mutlak yoksulluğun karşısına mutlak zenginliği yerleştirmektedir. Singer için mutlak zenginler, kendileri ve aileleri için zorunlu ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra hâlen lüks tüketime ayıracak kaynaklara sahip olan bireyleri ifade etmektedir (Singer, 2021: s.291). Dolayısıyla “lüks” tüketime ayrılan kaynaktan feragat etmek de mantıksal açıdan “ahlaki bakımdan eşdeğer öneme sahip başka bir şeyi feda etmeme” ilkesiyle çelişmemektedir. Bu noktadan itibaren de Singer diğer argümanını ileri sürmektedir, ki asıl kışkırtıcı argümanın da bu olduğunu söylemek gerekmektedir.


Söz konusu bu argüman mutlak yoksulluktan kaynaklı önlenebilir ölümler mevcut iken bireylerin zorunlu ihtiyaçları haricinde lüks tüketime kaynak ayırmalarının cinayet işlemekle aynı ahlaki içeriğe sahip olmasıdır. “Anlaşılabileceği gibi bu iddianın temelinde, eylemlilik ile eylemsizliğin (bir davranışı gerçekleştirme ile gerçekleştirmemenin) bir ve aynı sonucu doğurması durumunda, eyleme ile eylememenin aynı türden bir ahlaksal değerlendirmeye tabi olduğu kabulü vardır” (Kuyurtar, 2003). Singer öncelikle mutlak yoksulluk bağlamında eylemsizlik, yani ölümlere seyirci kalma ile kasten öldürme arasındaki beş farka dikkat çekmektedir. Öncelikle bir cinayet eylemi, bir katilin kurbanını öldürmeyi amaçlaması ve tasarlaması neticesinde gerçekleşmektedir. Fakat aynı şeyi mutlak yoksulluk bağlamında, zorunlu ihtiyaçlarından fazla olan kaynağını şahsi zevkleri için harcamak suretiyle yoksul olan ötekinin “ölümüne seyirci kalan” bir kişi için söylemek mümkün gözükmemektedir. İkinci husus, birisini öldürmemeyi, yani eylemsizliği ifade eden negatif yükümlülük ile kurtarılabilecek hayatları kurtarmayı salık veren pozitif yükümlülüğün birbiriyle simetrik eylemler olmadığıdır. Çünkü ortalama bir birey için ilkini gerçekleştirmemek ikincisini gerçekleştirmekten çok daha kolaydır. Üçüncü olarak bir cinayet eyleminin sonucu normal koşullar altında kesin olmakla beraber, yardım etme eyleminin neticesi belirsizdir. Dördüncüsü bir katilin öldürdüğü maktul teşhis edilebilir iken, bir kişinin bağış yapmak yerine lüks tüketime para harcaması neticesinde ölen bir kişinin kimliğinin teşhis edilebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla beşinci ve buna bağlı olarak bir cinayet doğrudan bir eylemken, “ölüme seyirci kalmak” dolaylı bir eylem olmaktadır. Çünkü birincisinde cinayetin doğrudan sorumlusuna işaret etmek mümkünken ikincisinde spesifik bir şahsı sorumlu tutma imkânı bulunmamaktadır.


Singer, kendi argümanına yöneltilebilecek muhtemel eleştirileri bu şekilde ortaya koyduktan sonra meseleye dair akıl yürütmesine devam ederek bu eleştirilere karşı cevaplar ileri sürmektedir. Öncelikle Singer’e göre eyleme ve eylememe, yani öldürme ve ölümlere seyirci kalma davranışlarının özdeş olmadığını kabul etsek dahi bu, ölümlere seyirci kalmanın kabul edilebilir bir davranış olduğu anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla eylemlerden sorumlu olmanın beraberinde getirdiği şey eylemsizlikten sorumlu olmamak değildir. Bunun yanında amaçlayarak bir cinayet işlemek ile öldürmeyi amaçlamamak ama yardım da etmeyerek ölüme seyirci kalmanın eşdeğer olabileceği tikel durumlar olabilmektedir. Nitekim Singer de böyle tikel bir durumu hız yapan bir sürücünün davranışı üzerinden örneklemektedir. Bu örneğe göre hız yapan bir sürücünün birini öldürmeyi amaçlaması çoğunlukla söz konusu değildir. Fakat yapmış olduğu hız ihlali bir ölüme sebebiyet verdiği takdirde bu kişinin, öldürmeyi amaçlamıyor olsa da ağır bir cezayı hak ettiğini söylemek gerekmektedir (Singer,2021: s.298). Singer bu örnekten hareketle bir “sıçrama” yaparak bir bireyin, yoksulluktan ölmekte olan birini kurtarmak yerine lüks tüketime para harcamak suretiyle bu ölüme de aynı ölçüde sebebiyet vereceğini savunmaktadır. Çünkü her iki durumda da bilinçli olarak cinayet amaçlanmamış ama neticede ölüm gerçekleşmiştir. Singer kurduğu bu analoji ile bilinçli olarak cinayetin amaçlanmadığı hallerde de ölüme sebebiyet verilebileceğini göstermek istemektedir.


Böylelikle yardım etmeme ile cinayeti özdeş kabul etmenin beraberinde getirdiği şeyin, ihtiyaçtan fazla olan her şeyi bağışlamanın zorunluluğu olduğu anlaşılmaktadır. Singer de önerdiği bu etiğin tam olarak yerine getirilmesinin bir kahraman ya da aziz etiği ile eşdeğer bir etik olduğunun farkındadır (Singer,2021: s.299). Nitekim böyle bir etiğin muadilini dinsel metinlerde bulmak mümkündür. Örneğin İsa İncil’de “Eğer mükemmel olmak istiyorsan git, eşyalarını sat ve fakirlere ver.” Ya da “Bir devenin iğne deliğinden geçmesi zengin birinin Tanrının krallığına girmesinden kolaydır” sözleriyle bu etiğin savunusunu yapmaktadır. Aynı bakış açısını yoksulluk yemini ederek tüm özel mülklerinden vazgeçen Fransiscan tarikatı ya da ihtiyaçlar dışında sahip olunan her şeyi geçimlerini sağlamaları için yoksullara vermeyi savunan Thomas Aquinas’ın öğretilerinde de bulmak mümkündür (Singer KH, 2021: s.31). Fakat Singer da her sıradan bireyin böyle bir etiği uygulamasının ütopik bir yaklaşım olduğunu kabul etmekte, fakat bu etiğin alternatifinin kimseyi kurtarma yükümlülüğü altına koymayan bir etik olmasını gerektirmediğini, çünkü bu iki uç nokta arasında da konumların mevcut olduğunu belirtmektedir (Singer,2021: s.299).


Dolayısıyla Singer, bu noktadan itibaren “yardım etmeme ile cinayetin özdeşliği” konumundan “mutlak yoksulluk içinde olanlara yardım etme yükümlülüğümüz var.” konumuna geçiş yapmaktadır. Bu konumu da üç öncül ve bir sonuç önermesiyle formüle etmektedir.


Buna göre;

İlk öncül: "Eğer kötü olanı, benzer ahlaki öneme sahip hiçbir şeyi feda etmeden önleyebiliyorsak, önlememiz gerekir."

İkinci öncül: "Aşırı yoksulluk kötüdür."

Üçüncü öncül: "Benzer ahlaki öneme sahip hiçbir şeyi feda etmeden önleyebileceğimiz bazı aşırı yoksulluklar var."

Sonuç: "Bazı aşırı yoksullukları önlememiz gerekir" (Singer, 2021: s.302).


Burada ikinci öncülü doğrudan kabul etmek mümkünken “benzer ahlaki öneme sahip hiçbir şeyi feda etmeden önleyebilmek” meseleyi tartışmalı hale getirmektedir. Nitekim burada bazı aşırı yoksullukları benzer ahlaki öneme sahip hiçbir şeyi feda etmeden önleme imkânına yapılan vurgu, aynı zamanda bu fedayı gerektirmeyen harcamalardan feragat etmeyi gerektirmektedir. Bu da bireyin kendi şahsi zevki için yaptığı her harcamayı gayri meşru kılmaktadır.


Singer yine bu savına karşı yapılabilecek muhtemel itirazları değerlendirmektedir. Bunlardan Kendimizdekilere Bakmak, yardım için yakın olana yönelmenin uzak olanı göz ardı etmeyi meşru kıldığını imlemektedir. Fakat bu durum çıkarların eşit gözetilmesi ilkesi ile çelişmektedir. Çünkü bu ilke eylemde bulunanın tarafsızlığını gerektirmekte ve kişisel ilişkilerin ya da duygusal bağlılıkların karar verme sürecine etki etmesine müsaade etmemektedir. Dolayısıyla buradaki temel kıstas faydacı etik gereği mevcut kaynağın -din, ırk, cinsiyet, milliyet vb. olan şeylerden bağımsız olarak- en fazla kişiye ve en çok ihtiyacı olana aktarılmasıdır. Mülk Hakları cephesinden yapılacak bir itirazda da Singer yardım etme yükümlülüğü ile mülkiyet hakkı arasında bir çelişkinin olup olmadığını sorgulamaktadır. Buna göre sahip oldukları mülkleri meşru koşullarda, çalışarak elde eden bir bireyin mutlak yoksulluktan ölen insanların olduğu bir dünyada dilediğince lüks içinde yaşaması ahlaki midir? Sorusu ortaya çıkmaktadır. Singer’e göre mülk hakkının meşruiyeti yaşanan ülkenin sosyo-ekonomik koşullarına göre göreceli bir durum olabilmektedir. Yani refah düzeyi yüksek bir ülkede çok sıkı çalışma ile belli kazanımlar elde edilebilirken başka bir ülkede yoksulluk ne kadar sıkı çalışıldığından bağımsız bir şekilde kaçınılmaz olabilmektedir. Dolayısıyla kazanılan mülkiyet haklarının ne kadar “hak edildiği” meseleye küresel perspektiften bakıldığı zaman tartışmalı hale gelmektedir. Bu nedenle sahip olunan mülk hakları yardım etme yükümlüğünün yerine getirilmemesi için bir mazeret oluşturmamaktadır. Nüfus ve Paylaşım Önceliği’ne geldiğimiz zaman burada öne sürülen esas argüman aşırı yoksulluğun ana sebebinin aşırı nüfus olması ve bu nedenle hali hazırda mevcut olan sınırlı kaynakların yardımlarla heba edilmemesi gerektiğidir. Çünkü mevcut kaynakların aktarılması halinde gelecekte çok daha ciddi problemlerin ortaya çıkacağı varsayılmaktadır. Öncelikli olarak bu yaklaşımdaki mantıksal problem geleceğe dair yapılan bir varsayımın kesin bir şekilde gerçekleşmiş olduğunun kabulü ile mevcut uygulamalara meşruiyet kazandırma arzusudur. Bir diğer problem ise burada nüfus artışının yoksulluğun tek nedeni olarak sunulmasıdır. “Yoksullukla ilişkisinde nüfus artışı olsa olsa yoksulluğun nedenlerinden sadece biri olarak görülebilir; ve ilginçtir ki, nüfus artışı genellikle yoksulluğun nedeni değil, tam tersine bir sonucudur” (Kuyurtar, s.7). Meseleye etik açısından yaklaştığımız zaman da muğlak bir geleceğe dair yapılan bir tahminden hareketle günümüzde mutlak yoksulluktan dolayı ölümle karşı karşıya kalan insanları göz ardı etmenin ahlaki bir tavır olmayacağını kabul etmek gerekmektedir. Nihayetinde yoksulluğun kaynağını aşırı nüfustan ziyade dağıtımdaki eşitsizlik ve adaletsizlikte aramak gerekmektedir. Dolayısıyla Singer’e göre nüfus artışı, yardım etmeye karşı bir sebep olmayıp, yapılacak yardımın türünü yeniden düşünmek için bir sebeptir. (Singer,2021: s.314). İşi Hükümetlere Bırakmak meselesine gelince de yardım etme yükümlülüğünün hükümetlerin sorumluluğunda olduğunu kabul etsek dahi bunun bireysel yükümlülükleri geçersiz kılacağını söylemek mümkün gözükmemektedir.


Son olarak Fazla Yüksek Bir Standart mı? Sorusu ile mesele tekrar bazı aşırı yoksullukları “benzer ahlaki öneme sahip hiçbir şeyi feda etmeden önleyebilme” argümanına gelmektedir. Çünkü bu argüman her bireye tüm yaşamını bu meseleye adamasını salık veren bir tür Aziz Etik’i dayatmaktadır. Haliyle ahlaki İyi’ye de ancak bu şekilde ulaşmak mümkün olacaktır. Dolayısıyla yukarıda da vurgulandığı gibi insan yaşamında yardım etme yükümlülüğü dışındaki neredeyse tüm aktiviteler lüks tüketim adı altında gayri meşru hale gelmektedir. Oysa insanın yaşamına anlam katan, onu bir birey olarak besleyen ve geliştiren kişisel hobilerini icra etmek, tiyatro ya da sinemaya gitmek, seyahat etmek gibi bu bağlamda ahlaki olmayan başka İyi’ler de mevcuttur (Wolf, 1982: s. 421). Fakat “benzer ahlaki öneme sahip hiçbir şeyi feda etmeden önleyebilme” argümanı ile bu iyiler lüks tüketim kategorisi altına girerek ahlaken yanlış konumuna düşmektedir. Çünkü günümüz dünyasında mevcut olan mutlak yoksulluktan mustarip insan sayısı göz önüne alındığı zaman, bu etik gereği her bireyin tüm ömrünü bu yoksullukları azaltmaya adaması kaçınılmaz gözükmektedir.


Öte yandan yukarıda da değinildiği gibi her bireyin yaşamını bu meseleye adaması Singer için de ütopik bir durumu ifade etmektedir. Singer’in ilgili makalesinde ortaya koymuş olduğu argümanları tedrici bir şekilde yumuşattığı görülmektedir. İlk başta ölümlere seyirci kalmanın ya da eylemsizliğin cinayetle özdeş olduğu noktasından, “mutlak yoksulluk içinde olanlara yardım etme yükümlülüğümüz var.” Noktasına gelinmiş ve sonrasında yardım için her bireyin kendisi için “makul” bir seviyede yardım yapması gerektiği noktasına varılmıştır.


Buradaki şaşırtıcı sonuç -yani, zengin olan herkes aşırı yoksulluğu ve beraberindeki her şeyi azaltma gayretine katkıda bulunsa, her birimizin vermesi gerekenin oldukça mütevazı bir miktar olduğu sonucu- bu bölümün başlangıcındaki savın talepkâr olmasının, yoksullara yardım edebilecek durumda olanların çok azının onlara yardım etmek için önemli bir şey yapmasından kaynaklandığını göstermesidir. (Singer,2021: s.323).


O halde görülmektedir ki Singer’in buradaki esas maksadı mutlak yoksulluklar karşısında bireyin “hiçbir şey yapmamasının”, meseleye bütünüyle kayıtsız kalmasının anlamlı hiçbir gerekçesi olamayacağını ortaya koymak ve şartları müsait olan “tüm” bireyleri mütevazi ölçekte de olsa yardım etmeye teşvik etmektir. Çünkü Singer’in temel postülası zengin olanların mutlak yoksulluğa bağlı nedenlerden dolayı ölmekte olan kişiler karşısında kayıtsız kalmalarının ahlaki açıdan kesinlikle kabul edilemez olduğudur.


Hiç kuşkusuz Singer’in mutlak yoksulluk karşısındaki kayıtsızlık ve hiçbir şey yapmama halini meşru kılabilecek tüm argümanları mantıksal açıdan işlevsiz kılma yolunda saf ettiği bu çaba çok değerlidir. Fakat bir olgu olarak mutlak yoksulluk kaçınılmaz şekilde çok boyutu olan bir meseledir ve Singer’in mensubu olduğu faydacı etik geleneği tek başına bu meseleyi ele almakta yetersizdir. Çünkü faydacı perspektif gereği özellikle yoksulluğun sonuçlarıyla yapılması gereken mücadeleye vurgu yapılmakta, lakin yoksulluğun sebeplerine yapılan vurgu yetersiz kalmaktadır. Bir başka şekilde ifade edersek Singer’in bu meseleye dair olan tavrı “bataklığı kurutmak yerine malaryadan, sıtmadan hastalanmış insanları tedavi etmeye çalışmaya benzemektedir” (Marş.2021: s. 47). Singer’in ya da faydacı geleneğin meseleye hak temelli perspektiften yaklaşmaması onların mutlak yoksulluk olgusunu tek boyutlu bir şekilde değerlendirmelerine yol açmaktadır. Çünkü insanların yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli kaynaklara ulaşamıyor oluşları en temelde bir yaşam hakkı ihlalidir. Dolayısıyla yaşam hakkı perspektifi göz ardı edildiği zaman “verenler ve alanlar”, yani yardım edenler ile yardıma muhtaç olanlar şeklindeki ilişkinin sürekli olarak yeniden üretilmesi muhtemeldir. Yaşam hakkı görüşü insanın, başkasının yardımına bağımlı olmadan yaşamını sürdürebilecek kaynaklara ulaşabilmesinin bir hak olduğu kabulü üzerine kuruludur (Semerci, 2010: s.3). Bu aynı zamanda kişinin yaşamını sürdürmesi için gerekli olan kaynakların birer meta şeklinde değerlendirilemeyeceğini imlemektedir. Çünkü bu kaynakların hak olması ile onların alınır-satılır meta olması birbirinden farklı olguları ifade etmektedir. Örneğin gıda ya da sağlığın metalaşması onlara ulaşabilecek durumda olanlar ile onlara ulaşamayanlar şeklindeki ikiliği de beraberinde getirmektedir. Singer’in yaklaşımında ise bu problem göz ardı edilerek söz konusu kaynaklar birer “yardım malzemesi” olarak değerlendirilmektedir. Kaynakların yardım malzemesi olarak görülmesi de haliyle bağımlılık ilişkilerinin yeniden üretilmesine sebebiyet verecektir. Singer, faydacı bir düşünür olduğundan dolayı nedenlerden ziyade sonuçlarla ilgilenmektedir. Fakat nedenler değiştirilmediği sürece sonuçların da değişemeyeceğini söylemek gerekmektedir.


Öte yandan yukarıda da belirtildiği gibi Singer’in bireysel yükümlülüğe yapmış olduğu vurgu çok değerlidir. Mutlak yoksullukla en etkin ve efektif mücadelenin bireylerin şahsi inisiyatiflerinden ziyade onun politik ve ekonomik sebeplerine karşı yapılmasının gerekliliği bireysel yükümlülüklerin sönümlenmesi anlamına gelmemektedir. Çünkü meseleyi sistemsel ve politik bir sorun olarak görmek de bireysel düzlemdeki “yardım etme yükümlülüğünün” göz ardı edilmesi, şimdi yapılması gerekenlerin muğlak bir tarihe ertelenmesi ve dolayısıyla Singer’in de vurguladığı şekilde “işin hükümet ya da kurumlara bırakılması” gibi handikapları bünyesinde barındırmaktadır.


Kaynakça

Kuyurtar, Erol. “Ahlaksal Bir Yükümlülük Olarak Mutlak Yoksulluğu Azaltma”.

Kuyurtar, Erol. “Cankurtaran Sandığı Etiğinin Eleştirisi”.

Semerci, Pınar, İnsan Hakları İhlali Olarak Yoksulluk., Bilgi, 2010.

Singer, Peter. Uygulamalı Etik, İstanbul, İthaki, 2021.

Singer, Peter. Kurtarabileceğin Hayat, E-Kitap, 2019.

Marş, Nurevşan. “Singer’in Mutlak Yoksulluğun Çözümüne Yaklaşımında Sorumluluk ve Haklar Sorunu”, Viraverita E-Dergi, 2021.

Wolf, Susan. “Moral Saints”, The Journal of Philosophy, Vol. 79, 1982.




bottom of page