top of page
  • Yazarın fotoğrafıAdmin

Susan Sontag: "Fotoğraf, Fotoğrafı Çekilen Şeyin Bir Uzantısıdır"

Gerçeklik her zaman için, görüntülerin yansıttığı bilgilerle yorumlanmıştır; filozoflar da Platon'dan beri, 'gerçek' olanı kavramanın görüntüsüz bir yolunu standart hale getirerek, görüntülere bağımlılığımızı azaltan çabalar içine girmişlerdir. Ne var ki, on dokuzuncu yüzyılın ortalarında tam bu standart yakalanabilecek gibi görünürken, hümanistik ve bilimsel düşüncenin ilerleyişi karşısında eski dinsel ve siyasal yanılsamaların gerileyişi, -beklendiği üzere- gerçek olana doğru kitlesel bir kayışa yol açmadı. Tam tersine, yeni inançsızlık çağı, görüntülere bağlılığımızı iyice kuvvetlendirdi. Eskiden görüntüler biçiminde anlaşılan gerçekliklere duyulan güvenin yerini, görüntüler, yanılsamalar olarak anlaşılan gerçekliklere duyulan güven alıyordu. Feuerbach The Essence of Christianity (Hıristiyanlığın Özü) adlı kitabının 1843'te yapılan ikinci basımına önsözünde 'çağımız' hakkında şöyle bir gözlemde bulunmaktaydı: "Bu çağ görüntüyü şeylere, kopyayı asıla, temsili gerçekliğe, görünümü varlığa tercih eder" -üstelik ne yaptığını çok iyi bilerek. Feuerbach'ın geleceği haber veren bu yakınmaları, yirminci yüzyılda yaygın kabul gören bir teşhise dönüşmüş durumdadır: Bir toplum ancak, başta gelen faaliyetlerinden birisi görüntü üretip tüketmek olduğu; gerçekliğe yönelik taleplerimizi belirlemekte olağanüstü bir etki gücüne sahip olup, birinci el deneyimlerin yerini almaya başlayan bu görüntüler, ekonominin sağlıklı işlemesi, siyasal yapının istikrar kazanması ve şahsi mutlulukların tadılması açısından vazgeçilmez bir öneme kavuştuğu zaman 'modern' olabilecektir.
Feuerbach'ın -fotoğraf makinesinin icadından birkaç yıl sonra kaleme alınmış olan- bu sözleri, daha özgül bir kapsamda, fotoğrafın yaygın etkisinin ön habercisi işlevini görmüştür. Öyle ki, modern bir toplumda fiilen sınırsız otoriteye sahip olan görüntüler artık esasen fotografik görüntülerdir ve bu otoritenin genişliği, fotoğraf makinelerinin çektikleri görüntülere has niteliklere bağlıdır.

Bu tür görüntülerin gerçekliği gasp etmelerinin asıl sebebi, bir fotoğrafın her şeyden önce hem bir görüntü (resmin de bir görüntü olması gibi), 'gerçek' olan şeyin bir yorumu, hem de bir iz, bir ayakizi ya da ölüm maskı gibi 'gerçek'i doğrudan çoğaltan bir şey olmasıdır. Bir resim -fotografik benzerlik ölçülerini tutturduğu zaman bile- bir yorumun ifade edilmesinden daha öte bir şeyi temsil edemezken, bir fotoğraf hiçbir zaman yayılarak ortaya çıkan bir şeyin (nesnelerin yaydığı ışık dalgalarının) kayda geçirilmesinden daha azıyla yetinmez -hiçbir resmin yapamayacağı şekilde, bir bakıma, konusunun maddi bir izini taşır bize. Genç Holbein'ın onun resmini yapacak kadar yaşamış olması, ya da fotoğrafın bir prototipinin onun fotoğrafını çekecek kadar evvelden icat edilmiş olması gibi iki fantastik seçenek söz konusu olduğunda, Shakespeare hayranları herhalde fotoğrafı tercih ederlerdi. Bu kurgusal tercihi de sadece, Shakespeare'in fotoğrafta gerçekte olduğu gibi çıkmış olmasına bağlamazdık (öyle ki, bu hayali fotoğraf çarçabuk solsa, neredeyse anlaşılmaz bir şekle bürünse ve kahverengi gölgelerle kaplansa bile, yine de onu şanlı şerefli bir Holbein tablosuna tercih ederdik). Ne de olsa Shakespeare'in bir fotoğrafına sahip olmak, İsa'nın gerildiği çarmıhın bir çivisine sahip olmaya benzerdi.

Gerçek-dünyanın yerini bir görüntü-dünyasının aldığı yolundaki güncel kaygıların çoğu, Feuerbach'ın yaptığı gibi, görüntünün Platoncu anlamda gözden düşmesine işaret etmektedir: Görüntü, gerçek bir şeye benzediği müddetçe, hakiki; benzerlikten öte bir şeyi temsil etmediği müddetçe, uydurmadır. Yine de bu saygıya değer naif gerçekçilik, fotografik görüntüler çağında bir parça temelsiz kalacaktır, zira, görüntü ('kopya') ile gösterilen şey ('asıl') arasındaki (Platon'un her vesileyle bir resmi örnek göstererek ortaya koyduğu) zıtlık, fotoğrafa o kadar basitçe uydurulamaz. Kaldı ki, bu [kopya ile asıl arasındaki] zıtlık, resim-oluşturmayı kökenine inerek (pratik, sihirli bir faaliyeti, bir şey üzerinde güç elde etmenin ya da bir şeye karşı güç uygulamanın bir aracı olduğu devirlere giderek) kavrama konusunda bize en ufak bir yardımda bulunmaz. E.H. Gombrich'in gözlemlediği üzere, tarihte ne kadar geçmişe uzanırsak, görüntüler ile gerçek şeyler arasındaki ayrım o kadar bulanır. İlkel toplumlarda, şey ile onun resmi, aynı enerjinin ya da ruhun iki farklı -yani, fiziksel bakımdan ayrı- dışavurumunu temsil ediyordu. Güçlü varlıkları yatıştırmakta ya da güçlü varlıklar üzerinde kontrol sahibi olmakta resimlerin faydalı olduğu iddiaları buna dayandırılabilirdi. Bu güçler, bu varlıklar hep o resimlerin içindeydi.

Platon'dan Feuerbach'a kadar 'gerçek' savunucularının gözünde, resmi salt görünenle eş tutmak (yani, görüntünün resmedilen şeyden kesinlikle ayrı bir şey olduğunu varsaymak), bizi, bir resmin, gösterilen nesnenin gerçekliğine katılmak anlamına geldiği kutsal çağların ve yerlerin dünyasından geriye döndürülemez biçimde ayıran kutsallaştırmaktan-çıkarma sürecinin bir parçasıdır. Fotoğrafın özgüllüğünü tanımlayan öğe, resmin uzun, giderek sekülerleşen tarihinin -tam da sekülarizmin tam zaferini ilan ettiği- bir uğrağında, resimlerin ilkel statüsüne benzer bir şeyi -tamamen seküler çerçevede- canlandırmasıdır. Fotoğraflama sürecinin sihirli bir yönünün olduğu şeklinde içimizde var olan o bastırılamayan duygunun tabii ki gerçek bir temeli vardır. Fakat bir fotoğraf, yalnızca konusuna/malzemesine benzemekle kalmaz, aynı zamanda ona duyulan saygının bir nişanesidir. Fotoğraf, fotoğrafı çekilen şeyin bir parçası, bir uzantısıdır; bu anlamıyla, onu ele geçirme, onun üzerinde denetim kurma potansiyeline de sahiptir.

Fotoğraf, şekilden şekle giren bir saklamayı temsil eder. En basit haliyle hepimiz, kalbimizde aziz bir yeri olan bir kişi ya da şeyi fotoğraf aracılığıyla kendimize saklar, eşi bulunmaz saydığımız nesnelerin karakterinin bir kısmını taşıyan fotoğrafları muhafaza ederiz. Fotoğraflar vasıtasıyla bazı olaylarla -gerek kendi deneyimlerimizin parçasını oluşturan, gerekse başkalarının deneyimlerine ait olaylarla- bir tüketici ilişkisi de kurarız (iki deneyim tipi arasındaki fark, alışkanlık oluşturan tüketme eğiliminin bulandırdığı bir farklılıktır). Saklamanın üçüncü bir yolu, resim-oluşturma ve resim-çoğaltma makineleriyle, bir çeşit bilgi (deneyimden ziyade bilgi) toplama imkanımızın olmasıdır. Gerçekten, gittikçe daha fazla olayın kendi deneyim havuzumuza girmesini sağlayan fotografik görüntülerin önemi, son kertede, onların deneyimden kopuk ve bağımsız bilgilerin toplanmasında ağırlıklı bir paya sahip olmalarının bir yan ürünüdür.

Susan Sontag, Fotoğraf Üzerine, "Görüntü-Dünyası", çev. Osman Akınhay, Gora Kitaplığı, 2008.

bottom of page