top of page
  • Yazarın fotoğrafıAdmin

Toshihiko Izutsu: "Hayâl ve Gerçeklik"

“ ‘Gerçeklik’ denilen, bizi çevreleyen ve ‘gerçeklik’ olarak saymaya alıştığımız duyulabilir dünya, İbn Arâbî için sadece bir düştür. Şeylerin birçoğunu duyularla algılarız, onları bir diğerinden ayırt ederiz, aklımızla onları bir düzene sokar ve böylece kendimizi çevremize katı bir şeyi yerleştirirken buluruz. İnşâ edilmiş bu şeye ‘gerçeklik’ deriz ve onun gerçek olduğundan da şüphe duymayız. Fakat İbn Arabi’ye göre, ‘gerçekliğin’ bu çeşidi, sözcüğün hakiki anlamında gerçeklik değildir. Diğer bir deyişle, böyle bir şey Varlık (Vücud) olmadığı gibi hakiki de değildir.” En baştan ifade edilmelidir ki öyle olmasa da duyumsanan gerçekliği, ontolojik olarak tasavvur etmeye meyyalizdir. Yani çevremizdeki ya da içine doğduğumuzu düşündüğümüz gerçekliği, ezelden beri kurulu bir Varlık-sabitesiymiş gibi duyumsarız. Ancak esasen gerçeklik bir algı, yani duyumsama meselesidir. Her şey, “bir şey olarak” vardır. Bu, şeylerin ancak bir anlam-değer ilişkisi içinde var olabildiklerini, yani var oluşun ancak bir özne-merkezi aracılığıyla anlamlı bir bütün olabileceğini kast eder. Örneğin bir “su şişesi” ancak belirli bir kültürel ufuk içerisinde ve yani ancak belirli bir insan topluluğu için “su şişesi olarak” vardır. Hiç su şişesi veya benzeri bir nesne görmemiş bir yerli veya bir hayvan için o şey hakkında “su şişesi olarak vardır” denilemez. İlerde Izutsu’nun da değineceği üzere bu durum, İbn Arâbî açısından “sembolik varoluş” ile izah edilir: Her şey ancak bir semboldür. Sembol olarak kavrandıklarında şeyler birer sabite olmaktan çıkarlar, ancak onlara yüklenen anlam ile bir değer sisteminde varlık kazanırlar. Bu, her şeyin bitimsiz bir göreceliğin konusu olduğu anlamına mı gelir? İbn Arâbî açısından bunu söylemek söz konusu değildir. Zira, burada söz konusu edilen mesele, doğrudan “öznel bakış”ın kendisinin ürettiği “anlamı” mutlaklaştırması meselesidir: Yani vehmî ya da izafî olan Varlık değildir. Ancak onu gören öznellik, gördüğü nesnenin kendisine ait bir görünüşüne eriştiğini fark etmez ve gördüğünün mutlak olduğunu tasavvur eder. –Bu, bir şeyi bilmek ile bir şeyin görünüşünü bilmek arasındaki varsayılan farktır.
“Ünlü hadisin bildirdiği, “İnsanlar (bu-dünyada) uykudadırlar, ancak öldüklerinde uyanırlar”a dikkat çeker [İbn Arâbî]: “Dünya bir illüzyondur, onun hakiki bir varlığı yoktur ve bu, hayâl ile kastedilen şeydir. Hakikatte hiçbir şey ayrı değilken sen; bu, saf Gerçeklikten oldukça farklı ve müstakil, özerk bir gerçeklik olduğunu düşlersin… Bil ki senin kendin de bir hayâlsin; algıladığın ve kendine söylediğin her şey, ‘bu, ben değilim’ sözü de bir hayâldir. Öyle ki tüm varlık âlemi, hayâl içinde hayâldir” (“Fusûs ül-Hikem”).” “O hâlde, gerçeklik yerine koyduğumuz şey sadece bir düş ise; Varlık’ın gerçek formu değil, sadece vehmedilen bir şeyse ne yapmalıyız? Bütünüyle farklı bir dünyanın, hakikaten gerçek olan bir dünyanın arayışında, bu tamamen vehmî dünyanın dışına mı çıkmalıyız, onu hemen terk etmeli miyiz? İbn Arâbî, böyle bir tavır takınmaz. Zira onun görüşünde rüya, illüzyon ya da hayâl değersiz veya yanlış bir şeyi kast etmez, o basitçe ‘hakikaten gerçek olan bir şeyin sembolik yansıması olma’yı kast eder. Sözde ‘gerçeklik’ elbette hakiki Gerçeklik değildir, fakat bu, onun beyhude ve yersiz bir şey olduğu anlamına da gelmemeli yalnızca. Sözde gerçeklik, bizzat Gerçeklik olmamakla beraber, hayâl düzeyinde belli belirsiz ve göze çarpmayan yansımalardan ibarettir. Diğer bir deyişle o Gerçekliğin sembolik bir temsilidir. Onun gereksindiği tüm şey, genelde rüyalarımızı yorumladığımız gibi düşsel sembollerin ötesindeki durumların gerçek ifadesini elde etmek amacıyla onu uygun bir usulle yorumlama ihtiyacı hissetmemizdir. Yukarıdaki ‘İnsanlar uykudadırlar ancak öldüklerinde uyanırlar’ hadisine müracaat eden İbn Arâbî, Rasul’un bu sözlerle şu olguya dikkat çektiğini ifade eder: İnsanın bu-dünyada algıladıkları onun için, rüya gören birisinin rüyası gibidir ve yorumlanmalıdır. Bir rüyada görülen şey, Gerçekliğin kendisi değil, Gerçekliğin hayâlî bir formudur. Tek yapmamız gereken de onu orijinal/kökensel ve hakiki durumuna geri döndürmektir. ‘Yorumlama’ (te’vil) ile kastedilen şey budur. İbn Arâbî’ye göre hadisteki ‘ölmek ve uyanmak’ ifadesi, bu mantıkta mânâyı yorumlama işi için metaforik başvurudan başka bir şey değildir. Bu sebeple burada ‘ölüm’, biyolojik bir vaka anlamına gelmez. O, bir insanın his ve akıl prangalarından kurtulmasıyla gerçekleşen ruhsal bir olayı, fenomenal sınırları aşmayı ve fenomenal şeylerin perdesi üzerinden ötesindeki şeyleri görmeyi kasteder. Bu kısaca, ‘kendini mahvetme’nin (fenânın) mistik tecrübesi demektir.”

Not: Toshihiko Izutsu’nun İbn Arâbî, Lao Tzu ve Chuang Tzu üzerine kaleme aldığı bir çalışma olan Sufism and Taoism: A Comparative Study of Key Philosophical Concepts (Tasavvuf ve Taoculuk: Felsefî Anahtar Kavramlar İçin Mukayeseli Bir Çalışma) isimli eserinde yer alan “Dream and Reality” başlıklı kısımdan alıntıdır.


bottom of page