Giriş
Yorum ve Aşırı Yorum metni her ne kadar başka katılımcılar olsa da ağırlıklı olarak Umberto Eco, Richard Rorty ve Jonathan Culler arasında vuku bulan canlı bir tartışmaya dayanmaktadır. Bu tartışma, metin, yazar ve okur üçgeninin merkezî noktası olan yorum üzerinedir. Yazılı bir metin kendi içerisinde ne kadar dinamik olursa olsun, ne kadar açık yazılırsa yazılsın, metne nokta konulduğu andan itibaren statikleşir ve edilgen bir hâle bürünür. Dolayısıyla yazılı bir metin bir diyalog değildir. Yani artık karşılıklı iki özne arasındaki bir iletişimden değil, metin ile okur arasında bir ilişkiden söz edilebilir. Bu ilişki de hâliyle yorumdur. Görünüş hâliyle basitmiş gibi görülen bu konunun açımlanıp serimlenmeye başladıkça aslında ne kadar çetrefil bir hâl aldığı üç filozof arasındaki tartışmada açıkça ortaya çıkmaktadır.
Umberto Eco ve Metne Sadakat
Yazar, belli bir niyetle bir metin ortaya koyar, metni okuyan da o metne dair bir yorum yapar, yani okuduğu şeyden kendine göre bir anlam çıkarır. Artık, yazı diliyle ortaya konan metin ile okuyucu baş başadır. Yazar anlatmak istediği şeyi dilediği kadar anlaşılır bir biçimde yazmaya çalışsa da yukarıda belirtildiği gibi o metin artık donmuş, statik bir yapıdır. Diyalogda olduğu gibi dinamik, değişebilir, dönüşebilir niteliğini kaybetmiştir. Okuyucu da metni ancak kendi dünyasına aktararak anlayabilir, dolayısıyla hiçbir metinde yazarın niyeti ile okurun metni alımlaması birbiriyle tamamıyla örtüşemez. Yorumu ortaya çıkaran faktör de zaten bu “örtüşememe” hâlidir. Hâliyle buradan sonra mesele, yapılacak yorumun doğruluğu ve yanlışlığını ayırt etme meselesine evrilecektir. Çünkü artık okur ile metin baş başa olup yazarın zihninin içerisine girmek söz konusu değildir. Tartışmanın ana aktörü olan Umberto Eco için de sorun tam da bu noktada başlamaktadır.

Bir metinde okurun yorumu ön plana çıktığı zaman hâliyle metin, yazarın niyetinden bağımsızlaşmaya başlayacaktır. Çünkü metin yazıldıktan sonra varlığını sadece aktif bir okur yorumu ile devam ettirecektir. Burada Eco’nun temel kaygısı ortaya çıkmaktadır. Bu kaygı anlamlı ve kabul edilebilir yorumun nasıl olabileceği sorunudur. Her yorum, metne hakkını veren yorum olamayacağına göre metin ile çelişmeyen yorumun sınırı nasıl belirlenebilir? Okuyucu metni yorumlarken ne kadar özgür olmalıdır? Doğru olmasa bile makul bir yorum ne demektir? Eco, temelde bu meseleleri anlamaya çalışmaktadır. Çünkü tartışmanın yapıldığı dönem “postmodern” yaklaşımların genel eğilim hâline geldiği bir zaman dilimidir. Her alana nüfuz eden bu postmodern yaklaşımların metin yorumlama özelinde temel iddiası yorumların sonsuz olabileceği yönündedir. İşte Eco’nun temel amacı da bu anlayışa karşı çıkmaktır. Eco “sonsuz” yoruma sınır getirmek ister, çünkü sonsuz sayıda yorumun aynı derecede ciddi ve güvenilir olması mümkün değildir. Ortada belli bir referans, kriter, dayanak noktası olması gerekir. En iyi yorumu tespit etmek için bir kriter olmasa veya belirlenemese de kötü yorumları ayıklamak için elde bir done mutlaka olmak zorundadır. Eco, kötü yorumu bu bağlamda, metin bütünsel olarak ele alındığı zaman onunla ile çelişen yorum şeklinde ifade etmektedir. Yani ilgili metinde yorumu çürüten tek bir alıntı var ise Eco için o yorum artık kötü bir yorum olacaktır. Daha önce ifade edildiği gibi bu, sonsuz yorumun önüne geçme çabasıdır.
Her ne kadar postmodern dönemde baskın hâle gelse de sonsuz yorum nevzuhur bir olgu değildir. Kökleri çok eskilere dayanır. Hatta sonsuz yorumun Ortaçağdaki ezoterizmin farklı bir versiyonu olduğu bile söylenebilir. Bilindiği üzere ezoterik geleneklerde de bir metinden çıkarılabilecek yorumların herhangi bir limiti yoktur. Bu limitin yokluğu da söz konusu metinde hiçbir şekilde yer almayan unsurların o metnin yorumu olarak sunulmasını mümkün kılmaktadır. Tarihte dinsel metinlerin yorumlanmasında ortaya çıkan bu gelenek, günümüzün postmodern anlatılarında da sekülerize bir şekilde yeniden tezahür etmektedir. Eco’ya göre bunun önüne geçmek için yapılması öncelikli olan şey metnin niyeti ve yazarın niyeti arasında bir ayrım koyulmasıdır. Yazarın zihninin içerisine sızmak mümkün olmadığından eldeki tek done metindir ve yorumlamada asıl olan şey de metne sadık kalmaktır. Metne sadık yorum yapmak ise o metin içerisinde tutarlılığı sağlama becerisi göstermek, başka bir deyişle yorumun, metnin bütünü baz alındığı zaman tutarlılığını korumasıdır.
Eco, ayrıca yazarın niyeti öğrenildiği takdirde -yazar hayatta veya ulaşılabilir bir konumda ise- daha “iyi” bir yorumun yapılıp yapılamayacağını da sorgulamaktadır. Metnin niyeti ile yazarın beyanı arasında okuyucu açısından çelişkiler bulmak elbette mümkündür. Peki, okur bir çelişki tespit ettiği takdirde hangisini dikkate almalıdır? Eco, burada net bir şekilde metnin esas alınması gerektiğini savunmaktadır. Çünkü yazarın niyeti her ne olursa olsun artık yazardan bağımsız bir metin vardır ve okur bu metne sadık kalma koşuluyla yazarın niyet etmediği bazı bağlantılar tespit etme hakkına sahiptir. Yani Eco hem sonsuz yoruma karşı çıkmakta, aynı zamanda okurun yorumunun sadece yazarın niyeti ile sınırlandırılmasını kabul etmemektedir. Çünkü metin artık yazarın niyetini de aşan başka bir varlığa dönüşmüştür. Eco için temel mihenk noktasının metne sadakat olduğu artık daha net bir şekilde görülmektedir. Yaratıcı okuma da doğal olarak yazarın niyetinden bağımsız ama metne sadık kalma şeklinde tanımlanabilir rahatlıkla. Böylece Eco, yorum ile aşırı yorum arasında bir sınır çizer: Bir yapıt kendi içsel bağlamında tutarlılığa sahipse, yazarın niyetinden bağımsız olarak birden fazla yoruma da açıktır. Doğal olarak da metne sadık kalmak kaydı ile her metin birden fazla yoruma müsaittir. Bir metni yaratıcı kılan şey de yazarın söylemek istediğinden bağımsız anlamlar yaratabilme gücüdür. Kısacası Eco için bir metni daha iyi anlamak için empirik yazara danışmaya gerek yoktur, çünkü metin ortadadır. Metin yazılma aşamasındayken yazarın bazı bilinçdışı mekanizmaları metne yansımış olabilir ve okur da eğer yazara ulaşabiliyorsa bu onun için bir nebze de olsa aydınlatıcı olabilir. Fakat okurun metni daha iyi anlaması konusunda çok da mühim bir katkı sunmaz. Velhasıl Eco için bu “olmasa da olur” niteliktedir.
Richard Rorty ve Pragmatizm
Eco’nun yorumların sınırlanmasına yönelik bu görüşüne Rorty, kendi savunduğu pragmatizm görüşü paralelinde köklü itirazlar getirmiştir. Bu itirazlara geçmeden önce Rorty’nin kendi pragmatizm anlayışını nasıl formüle ettiğine kısaca değinmek gerekmektedir. Çünkü Rorty, pragmatizm çerçevesinde Eco’ya olan itirazlarını tam da bu formülasyon üzerinden gerçekleştirecektir. Bu formülasyon üç tane sava dayanır: Birincisi anti-özcülük, ikincisi, olan ile olması gereken arasındaki ayrımın reddidir -ki burada esas olan kullanım amacıdır-, üçüncüsü ise özneleri aşan bir nesnel hakikatin reddi yani her şeyin görece olduğu savunusudur.
Rorty, bu doğrultuda bir metnin okuyucunun kendi amaçları için kullanılacağını ama buna ek olarak metnin özüne ilişkin bir yorum yapılamayacağını iddia etmektedir. Çünkü Rorty’e göre yorum metni kullanmaktan ibarettir. Metnin özü, felsefe tarihi boyunca süregelen “öz” kavramının bir tezahürü olarak Eco’nun da bu meseleye taşıdığı metafizik bir varsayımdır. Eco’nun ortaya koymaya çalıştığı “metne sadık kalma” görüşü metnin “sağlıklı” bir yorumu ile metnin kullanım amaçlı yorumu şeklinde bir ayrıma işaret etmektedir. İşte Rorty tam da bu ayrımı reddeder. Ona göre bu ikisi arasında bir ayrım olamaz, çünkü ısrarla savunduğu üzere bir metne sadakati gerektirecek bir “öz” yoktur. Dolayısıyla Eco’nun ısrarla yapmış olduğu metnin niyeti, yazarın niyeti, okurun niyeti şeklindeki ayrımların Rorty açısından hiçbir anlamı yoktur. Eco’nun yaptığı “en iyi yorum metne en çok sadık olan yorumdur” tanımının Rorty için metnin özü olmadığından dolayı metne sadakat ile bir ilgisi söz konusu olamaz. Bir metin üzerinde incelikli bir şekilde çalışan kişi, kendi kullanım amacı doğrultusunda daha iyi veya daha kötü bir yorum geliştirebilir ama bu metne sadakati değil, kişinin kendi görüşünü daha ikna edici kılmak yolunda sarf ettiği bir çabadan ibarettir. Dolayısıyla yapılan yorumun niteliği, metnin özüne dair bir şey söylememekte, yorumu yapanın kendi kullanım amacı paralelinde ne kadar incelikli olup olmadığını göstermektedir. Dolayısıyla bir öz olmadığı için Eco’nun yine ısrarla vurguladığı tutarlılıktan da bahsetmek mümkün olmayacaktır. Çünkü Rorty için yorumdan bağımsız bir tutarlılıktan söz edilemez. Rorty kendi görüşünü sağlamlaştırmak için Mantıksal pozitivizmi analoji olarak kullanır. Mantıksal pozitivistler bilindiği üzere kendine tümcelerin “dünya” bağlamı içinde doğrulanabilir olup olmadığını araştırma konusu yapmıştır. Daha sonra Quine, bu doğrulamanın mümkün olamayacağını, çünkü dünya ile dil arasında bir doğrulama aracı olmadığı ve olamayacağını savunmuştur. Yani tümceler hiçbir zaman dünya vasıtası ile doğrulanıp yanlışlanamaz, çünkü bir tümceden başka tümceye oradan başka tümceye bitimsiz bir döngü oluşacaktır. İşte Rorty bu yaklaşımı kendi pragmatizm görüşüne dayandırarak aynı şeyin yorum için de geçerli olduğunu savunmaktadır. Bir metnin özü aynı zamanda yorumların kendisine referansla karşılaştırılabileceği bir “Arşimet noktası”nı ifade eder ki nasıl bir tümceyi doğrulamak için bir araç söz konusu değilse böyle bir Arşimet noktası da söz konusu olamaz. Bu sadece metafizik bir varsayımdan ibarettir. Nasıl doğa ile kültür dünyası, gösteren ile nesne arasındaki ayrımlar reddedilebiliyorsa metnin özü ve metnin yorumu arasındaki ayrım da aynı şekilde reddedilmelidir. İşte Rorty’e göre de tüm bu ayrımlar reddedilince elde sadece ve sadece yorum kalmaktadır. Söz konusu bu öz varsayımı ortadan kalkınca metne sadakat yaklaşımı da, sağlıklı ya da “daha” sağlıklı yorum ayrımı da kendiliğinden ortadan kalkacaktır.

Açıkça gözükmektedir ki Rorty için bir metnin açığa çıkarılması gereken örtük varsayımları veya içsel mekanizmaları olduğunu savunmak anlamsızdır. Elbette her türlü okumanın kendine göre bir faydası vardır. Fakat bu, okuma yöntemlerinin okuyucuyu metne daha çok yaklaştıracağı ya da ona daha çok nüfuz edebileceği anlamına gelmez. Pragmatizm görüşü bilim olsun, edebiyat eleştirisi olsun, felsefe olsun her alanda bir özcülüğe karşı çıkmaktadır. Bu nedenle herhangi bir metin, onu yorumlayandan bağımsız bir içsel tutarlılığa sahip değildir. Elde sadece farklı kişilerin farklı amaçlarına yönelik o metni kullanımları vardır.
Jonathan Culler ve Aşırı Yorum
Culler, aşırı yorumun savunusunu yaparak hem Rorty’e hem de Eco’ya karşı çıkmaktadır. Culler için aşırı yorum ne bir görelilik meselesidir ne de metne sadık kalmayı gerektiren bir okuma tarzıdır. Burada asıl önemli olan yorumun ilginçliği ve yaratıcılığıdır. Culler’e göre bir yorum ancak en uç noktasına vardırıldığında ilginç bir hâl almaya başlayacaktır. Metne tamamıyla sadık kalmak yavan, sıkıcı ve tekdüze bir yorum olacaktır. Culler, ilginç oluşu daha önce kimsenin görmediği yeni bakış açıları yakalamak ya da metinde daha önce tespit edilmemiş bağlantıları ortaya çıkarmak şeklinde tanımlamaktadır. Eco, aşırı yorumu metnin içinde yer almayan unsur ve ilişkileri varmış gibi göstermek olarak tanımlamıştı. Culler’e göre bu tanım aşırı yorumu değil, olsa olsa yersiz yorumu ifade eden bir tanımlamadır. Zaten bu şekilde bir yaklaşımın da ikna etme gücü olmayacaktır. Yani metnin içerisindeki bağlantıları çarpıtmak aşırı yorum olarak nitelenemez. Çünkü aşırı yorum, kimsenin daha önce dikkatini çekmeyen bağlantıları bulmak ve böylece farklı orijinal bir tez savunur hâle gelmektir Culler için. Ayrıca metnin sadece ne anlattığı ile yetinmeyip onun işleyiş mekanizmalarına da bakıp değerlendirmek aşırı yorumun kapsamındadır. Dolayısıyla bu aşırı yorum yerine “aşırı” anlama olarak da tanımlanabilir. Yani metnin kendi hakkında teşvik etmediği soruları sormak umulmadık çıkarımlar yapmaya da zemin hazırlayacaktır. Çünkü metnin okuyucuyu sormaya teşvik ettiği sorulara verilen cevaplara dayanılarak yapılacak yorum sadece metnin niyetini yeniden kumaya yönelik bir anlama şekli ortaya koyacaktır. Bunun da malumu ilam etmekten öte bir anlamı olmayacaktır. Ama asıl ilginç olan, sorulmayan sorulara cevap aramak ve sorulacak soruların da mümkün olan en uç noktaya kadar götürülmesidir. Ancak bu bakış açısı yorum açısından farklı bağlamlar, farklı ufuklar açılmasına vesile olacaktır.
Culler için mesela edebî bir metin salt pragmatizme indirgenemeyecek kadar komplikedir. Bu doğrultuda Rorty’nin görüşü Culler için problemlidir. Ama asıl önemli olan metnin kendi niyetini takip etmek yerine metinde keşfe çıkmaktır. Culler, aşırı yorumu eleştiren Eco’nun kendi romanlarında bunu zaten fazlasıyla yaptığını belirtmektedir. Yani Gülün Adı, Foucault Sarkacı gibi “ilginç” eserler Ortaçağ metinlerine yönelik bir aşırı yorumun eseri olabilirler ancak. Yani Eco, Culler’e göre yapılmamasını söylediği şeyi kendisi icra etmiştir.
Sonuç: Yeniden Eco ve Yanıtları
Rorty’nin yorumun salt kullanım amaçlı olduğu ve kişiden kişiye değiştiği yönündeki yaklaşımı kolaylıkla fark edilebileceği sofist bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım Platon’dan beri tarih boyunca defalarca kez eleştirilmiştir. Dolayısıyla Eco, Rorty’i bu cepheden eleştirmeyeceğini, bunun çok alışılagelmiş ve klişe olacağını daha en baştan beyan etmektedir. Onu eleştirisi, Rorty’nin söylemlerinin kendi içsel dinamiği esas alındığı zaman bünyesinde çelişkiler barındırmasıdır.
Rorty, Eco’nun romanları ve kuramsal metinleri arasında bir uyuşmazlık olduğunu, kuramsal metinlerde Eco’nun özcü bir tavrı benimserken romanlarında pragmatist olduğunu iddia ediyordu. Eco’ya göre bu eleştiri Rorty’nin kendi yaklaşımıyla tamamen çelişmektedir, çünkü Rorty burada bir yazarın metinleri arasında bir tutarlılık beklediğini de zımnen kabul etmiş olmaktadır. Eco’nun metinde bir tutarlılık yakalama çabasını eleştiren Rorty, bu söz konusu tutarlılığı bir başkasında aramaktadır ki bu başlı başına bir çelişkidir. Rorty, bu metinler arasında bir tutarsızlığa işaret ediyorsa şayet, bu metinler arası tutarlılığın Rorty için bir kriter olduğu anlamına gelmektedir. Oysa Rorty, bir kriterin, temel alınabilecek bir referans noktasının olmadığını eleştirisinde ısrarla tekrarlıyordu.
Buna ilaveten Eco, romanları ve kuramsal metinlerinde Rorty’nin belirttiği gibi bir ayrımın olmadığını, sadece kuramsal metinlerinde bir “önerme” söz konusu iken romanlarda bunun mevcut olmadığını belirtmektedir. Ama iş yaratıcılığa geldiğinde ona göre kuramsal metinler de en az romanlar kadar yaratıcı olabilmektedir. Rorty’nin Eco’nun romanlarında bazı karakterlerin görüşlerini ön plana çıkararak bir önerme dayattığı yolundaki eleştirisine, Eco, herhangi bir dayatma olmadığını, sadece romanlarda ucu açık görüşler olduğunu belirterek cevap vermektedir. Eco bu cevabı yine Rorty’nin kendi söylemleri ile bir çelişkiye düştüğüne dikkat çekmek amacındadır. Buna göre madem her hangi bir metnin -Rorty’nin savunduğu gibi- “sağlıklı” bir yorumundan bahsetmek mümkün değilse, yani her yorum bir biri ile eşit değerde ise Rorty neden kendi yorumunun olması geren yorum olduğunu ısrarla vurgulamaktadır. Tüm dayatmalara karşı çıkan Rorty’nin bu tavrının bizatihi kendisi bir dayatma değil midir? Dikkat edileceği üzere bu aslında Rorty özelinde bütün postmodernist akımlara yöneltilen temel eleştirilerden biridir. Büyük anlatıların ortadan kalktığını, mutlak bir hakikatten söz edilemeyeceğini, her şeyin göreli olduğunu savunan ve aksi olan her şeyi dayatma olarak gören bu anlayışın bizatihi kendisi de bir dayatma değil midir? Ayrıca şöyle bir paradoksal durum da söz konusudur; her şeyin görece olduğunu iddia eden argüman aslında kendisini tam da karşı çıktığı şey olan evrensel bir kurala dönüştürmemekte midir?
Culler de özcü bir yorum olamayacağı konusunda Rorty’ye katılsa da her yorumun okurun içinde bulunduğu kültürel bağlamda yapıldığını ve kültürel bağlamlardaki farklılıkların yorumlarında farklı olmasına yol açtığını belirterek Rorty’den ayrıldığını beyan etmekteydi. Dolayısıyla Culler, “mutlak” farklılık ile kültürel bağlamlardan kaynaklanan farklılığın bir birlerinden ayrı şeyler olduğunu belirtmekteydi. Eco bu noktada Culler’e katılmaktadır, çünkü Eco için de hem metnin kendi belirimini hem de okurun bakış açısını etkileyen bir kültürel bağlam ya da bu çerçevede metne yapılan daha önceki yorumların sonraki yorumları etkilemesi gibi durumların söz konusu olması doğaldır. Ama elde belli bağlamların olması Eco için yorumlarında sınırlanabileceği anlamına gelmektedir. Yani belli bağlamlar aynı zamanda belli sınırlar çizme ihtiyacını da beraberinde getirmektedir. Açıktır ki bir bağlamdan söz edebilmek dahi bir sınırlandırmayı gerektirmektedir.
Rorty, Eco’ya yöneltmiş olduğu eleştiri paralelinde bir tornavida metaforu kullanmıştı. Kısaca sonsuz yorum ile bir tornavidanın gerçek amacı haricinde kullanılabileceği yolunda bir analoji kurmuştu. Eco, Rorty’nin vermiş olduğu bu örneğin dahi o her ne kadar tersini savunmak için kullanmış olsa da kendi görüşünü desteklediğini belirtmektedir. Yani bir tornavidanın her zaman belli sınırları olup ona “sonsuz” sayıda amaç dayatmak mümkün değildir. Eco için aynı şey metinler için de geçerlidir.
Eco, daha öncesinde kaleme aldığı Açık Yapıt adlı eserinde okurların metni yorumlama tarzlarının o metnin niteliği üzerine etkilerini, başka bir deyişle okurun öznel durumunun, kültürel birikiminin, inançlarının vs. söz konusu metne katılması ile o metnin daha da zenginleşebileceğini ve farklı açılımlar kazanabileceğini vurgulamıştır. Açık yapıtı ise yoruma, katılıma, zenginleşmeye ve çeşitli bakış açılarıyla yeniden oluşmaya açık olan bir yapıt şeklinde tanımlamıştır. Fakat daha sonra sonsuz ve aşırı yoruma yönelik yaklaşımların baskınlığının artırması Eco’yu yorumların sınırlandırılması gerektiği düşüncesine sevk etmiştir. Velhasıl “sınır” kavramını yok farz etmek düşüncenin de doğasına aykırıdır. Farklı yorumlar elbette zenginleştiricidir lakin bu yorumların dikkate alınması dahi bir “ortak paydayı” gerektirecektir. Ortak payda da zaten ontolojisi gereği belli sınırları gerektirmektedir. Kısacası mutlak sınırsızlık işin doğası gereği zaten imkânsızdır.