top of page

Yüzyıllık Yalnızlık Telenovelası: Macondo’yu Ne Hâllere Düşürdüler?

Yazarın fotoğrafı: Deniz DinçerDeniz Dinçer

Bazı kitaplar vardır, okuduktan sonra insanı büyüler, ardından her köşe başında kendini hatırlatır. Gabriel Garcia Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık adlı başyapıtı tam da böyle bir metindir. Macondo’nun tozlu yollarında dolaşırken gerçeklikle büyünün sınırlarının bulanıklaştığını hissetmek, sayfalar arasında kaybolmak gerekir. Fakat Netflix, “Bunu alır, sekiz bölümlük bir dizi yaparız” diye düşündü ve sonuç olarak ortada ne büyü kaldı ne de gerçeklik.

Öncelikle şunu kabul edelim: Bir edebî başyapıtı görsel dünyaya taşımak ince bir cerrahi müdahale ister. Ancak Netflix’in operasyonu, edebiyat severleri derin bir kalp krizi geçirmeye sürükleyecek nitelikte. Marquez’in torunlarının projeye dahil olması umut verici bir detay gibi görünse de sonuçta ortaya çıkan iş, bir tür “Macondo temalı Latin Amerika telenovelasına” dönüşmüş. Yani, büyülü gerçekçilikten çok, entrikalar içinde kaybolan bir pembe dizi havası var.



Macondo’nun Ruhu Kaybolmuş!

Romanın belki de en güçlü yanı, anlatımının sadece olaylardan ibaret olmamasıydı. Bize bir dünya sunuyor, bir rüyanın içine düşmüş gibi hissettiriyordu. Ancak dizide Macondo, egzotik bir arka plan olmaktan öteye gidememiş. Sahnelerin arasında dolaşan devasa bir anlatı ruhu yerine görselliğe abanmış ama içi boşaltılmış bir kasaba var.


Garcia Marquez’in satırlarında okuduğumuz karakterlerin zamansızlık içindeki varoluş mücadeleleri dizide daha düz bir anlatıya dönüşmüş. Oysa Macondo’nun kurucusu José Arcadio Buendia’nın varoluşsal çöküşü, onun bilimle delilik arasında gidip gelmesi, bir karakterin trajik kaderinden çok, insanlığın tüm serüvenine dair bir alegoriydi. Ama dizide? Sadece biraz aklını kaçıran yaşlı bir adam.


Koca Koca İsimler Ama Derinlik Yok

Dizinin kadrosuna baktığınızda, Latin Amerika sinemasının önemli oyuncularını görmek mümkün. Fakat iyi oyuncular zayıf senaryoyu kurtarır mı? Ne yazık ki hayır. Dizi, Marquez’in dilindeki lirizmi ve karakterlerin içsel yolculuklarını atlamış. Karakterlerin üzerine yapışan “kader” duygusu ve aile içindeki yüzyıllık döngü çok daha yüzeysel bir anlatımla sunulmuş.


Garcia Marquez’in metni, “İnsanlar, ilk kez buz gördüklerinde ne hissetti?” diye düşündüren bir anlatı gücüne sahipti. Ama Netflix’in versiyonunda, ilk kez buz gören adamın “Aaa buz mu?” demesi kadar sıradan bir şaşkınlık var. İşte bu yüzden, orijinal eserdeki büyü ve gerçeklik arasındaki mükemmel denge yok olmuş.


Özetle: Macondo’nun Hayaleti

“Yüzyıllık Yalnızlık” gibi bir romanı uyarlamak cesaret ister. Ama bazen büyük hikâyeler, kendi sessizlikleri içinde daha güçlüdür. Netflix’in yaptığı şey, bir Monet tablosunu alıp renklerini düz fırçayla boyamaya benziyor. Görünüşte benzer ama his olarak bambaşka. Romanı okuyanlar için dizi, eserin hayaletine dönüşmüş bir Macondo gibi: Tanıdık ama ruhsuz. Bilmeyenler içinse, ortalama bir Latin Amerika destanı gibi görünüyor.

Yine de Marquez’in dediği gibi “İnsan, ait olduğu yerden kaçamaz.” Ne yaparlarsa yapsınlar, Macondo hâlâ kitap sayfalarında yaşıyor ve biz, asıl büyüyü orada bulmaya devam edeceğiz.



  • Instagram
  • X

© 2024 by heyula.blog

bottom of page